serinin önceki yazıları:
Balkanlarda Osmanlı Şehirleri Seyahati (Gezi Notları)
Balkanlarda Osmanlı Şehirleri Seyahati -2 (Gezi Notları)
Balkanlarda Osmanlı Şehirleri Seyahati -3 (Gezi Notları)
3- İSKEÇE – KAVALA - SELANİK ( 1 GÜN )
İskeçe’ye geldiğimizde saatimiz 12.54’ü gösteriyordu. Öğle namazı yaklaşmıştı. Pazar günü resmi tatil olduğundan işyerleri, mağazalar hepsi kapalı idi. Yalnızca pastane, restoran, dondurmacılar açıktı. Bizde merkezde saat kulesine kadar aracımızla ilerledik. Saat kulesinin tam karşısında kapalı olan mağazaların önüne araçlarımız park ettik. Pastaneye Türkçe olarak aracımızın burada kalıp kalmayacağını sorduk. 10-15 dakika bakabileceklerini, parkın problem olmayacağını söylemeleri üzerine kısa bir şehir turu yaptık.
Geldiğimizde yakın camiyi sorduk. Pastanedeki çalışan caminin imam hatip görevlisi buradan, önünüzden gidiyor diyerek hocaya seslendi. Böylelikle hocamızla birlikte camisine gittik. Abdestlerimizi tazeleyerek namazı cemaatle kıldık. Namaz sonrası Türkiye’den Ankara’dan geldiğimizi söyleyince çok sevindiler. Üzerimizdeki selamları iletmiştik. Mutlulukları gözlerinden anlaşılıyordu. Namaz bitimi hocamızla artık tanışma vakti gelmişti. Hocamız, İstanbul’da Marmara İlahiyat Fakültesini bitirmiş. Genç enerji dolu bir hocamızdı. Bize İskeçe’de rehberlik yapabilir misin ? şeklinde söylediğimiz de memnuniyetle diyerek aracımıza misafir ettik. İskeçe Kalesi, Eski İskeçe – Türk Mahallesi – ve tarihi bütün yerleri bizlere gezdirdi, sağ olsun tarihi olayları anlattı. Bu tarihi yerler hep koruma altına alınmıştı. Bu güzel bir husustu. Tarihi yerleri muhafaza etmek korumak takdire şayan. Daha sonra Osmanlı döneminde kullanılan Valilik binasına gittik. Valilik binasının üst kısmında kubbe de güvercin figürünün bulunması hangi döneme ait olduğu hakkında fikir verdiğini, hocamızın bir arkadaşının doktora çalışma tezi konusu olduğunu öğreniyoruz.
İskeçe ‘de azınlık okulu olarak bilinen Türk Okulunu eski bina gerekçesi ile öğretime kapatmışlar. O güzelim sapasağlam olan okulu dışarıdan görüyoruz.
Artık İskeçe’den ayrılma zamanı gelmişti. Hocamızla birlikte dondurmacı da dinlenerek, ikramlarda bulunduk. Bir sonra ki gideceğimiz KAVALA şehrinin gezi planlamasını yapmaya başlamıştık. 53 km mesafe de Kavala ’ya gidip tarihi yerleri görerek, akşam yemeği için nereler uygun diye hocamızın düşüncesini de almıştık. Sağ olsun bizlere önerilerde bulundu.
Gece konaklaması için Kavala mı, yoksa 129 km uzaklıkta, Selanik’te mi olmamız gerekiyordu? Zira Booking uygulamasından konaklamayla ilgili, şehirler arası fiyat karşılaştırması yaptığımızda Kavala ’da konaklama fiyatları yüksek, Selanik de daha uygun fiyatlar çıkıyordu. Bunun üzerine Selanik’te “Thess Rooms Agion Panton 12” apart/pansiyonunda günlük, 3 yetişkin 39,54 euro’ya, 4 yetişkin 1 genç 5 kişilik aileyi de 76,14 euro’ya rezervasyon yaptırarak, uygulamaya tanıttığımız kredi kartı ile ödeme yapmıştık. Apart sahibi bize uygulama üzerinden mesaj atarak ne zaman geleceğimizi sordu. Bizde gece 23.00 demiştik. Geri dönüş alamayınca, hocamız ile telefonla görüştürdük. Bina kapısının girişinde şifreli bir anahtar kutusu olduğunu, kutunun şifresini söylediği şifre ile açılması gerektiğini, 11-22-23 dairelerinin bize ayrıldığını, 11 numaralı dairenin mutfağında diğer 22-23 nolu dairelerinde anahtarının bulunduğunu söylemesi üzerine, rahatça binaya girip gece konaklamamızı memnun bir şekilde yaptık.
İskeçe’den ayrılıp yine otoyoldan Kavala’ya 17.41 gibi geldik. Otoban ücreti 2.00 Euro civarı ödemiştik. Navigasyona Kavala Halil bey Camii diye yazınca bizleri müzik evi adında bir mekana getirdi. Baktık ki burası 1600‘lü yıllarda Osmanlı döneminde yapılmış bir camii idi. Bahçesinde şadırvanı abdest alma yerleri duruyordu. Abdestleri tazeleyip avlusunda seccadelerimizi serdik, cemaatle namazımızı kıldık elhamdülillah. Yalnız orada ki işyeri sahiplerinden tuvalet kullanımı için rica da bulunduğumuzda yalnızca kendi müşterileri için kullanılabileceklerini söylemeleri ve yardımcı olmamaları bizleri doğrusu çok şaşırttı.
Aynı yol istikametinden araçlalarımızla ilerleyerek Kale’ye çıkmıştık. Kişi başı 4 euro giriş ücreti verdik. Kale’nin içinde ki surlardan Kavala’nın dörtte üçü denizle çevrildiği, çok az bir kısmının kara parçası olduğunu gördük. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1520-1566 yılları arasında yaptırıldığı bilinen ve kuzeydeki dağlardan şehrin merkezine su taşıyarak Kavala'ya hayat veren kemerler, tarihteki misyonunu bugün devam ettirmese de mimari estetiği ve ihtişamlı görünümüyle Osmanlı'nın bu şehirdeki sembolü gibi.
Navigasyon’a Kavala’da “Pargalı İbrahim Paşa Camii” diye yazdığımızda bizi yine kiliseye getirdi. Bir de baktık ki maalesef bir zamanlar camii olan mekan, kiliseye çevrilmişti. Saint Nikolas Kilisesi ismini almıştı. navigasyonda halen camii diye görülüyordu. Sultan Süleyman 1530 yılında damadı Pargalı İbrahim Paşa adına yaptırılan bu camii, 1926 yılında Ortodoks Kilisesine dönüştürülmüş, caminin minaresi kesilerek, çan kulesinin şekli verilmeye çalışılmış.
Kavalaya gidilirde kurabiye almadan gelmek olmazdı. Kısa bir şehir turundan hemen sonra en taze kurabiye satış noktasını bulmuştuk. Ufak bir pazarlık yaparak hediyelik kutularda tanesini 2,5 euro dan 10 tane almıştık. Türkiye’ye gelinceye kadar bozulmamış, sapasağlam kalmışlardı.
Konaklama yapacağımız apart dairelere gelince kapının yanında ki şifreli anahtar kutusundan dairenin anahtarlarını aldık. Eve girdiğimiz de klimaların bizim için açık olduğunu ve çalıştığını görüyoruz. Gündüzleri 45-50 derece sıcaklığa varan şehirde klimalar çok iş görüyordu. Evde her şey mevcuttu. Memnun kaldık.
Sabah kahvaltısı için bizdeki kahvaltı kültürü yoktu. Börek kültürü çok yaygınmış. Oradaki hemen hemen herkes her köşe başında bulunan börekçilerden, paket yaptırıp alıyor ya da orada yiyordu. Börekçiler saat, 12.00 – 13.00 gibi börek satışlarını bitiriyordu. Biz de daireden eşyalarımızı araçlarımıza yerleştirip, hemen yakındaki börekçi de 7-8 çeşit olacak şekilde her birinden ayrı ayrı tattık. Yanında demleme çayı maalesef bulamıyorsunuz. Bunun yerine sallama poşet çayı içiyoruz.
Selanik merkezin çok yoğun nüfus ve trafiği nedeniyle araçlara park yeri bulmanın zorluğunu biliyorduk. Öyle ki şehir merkezinde 4 tur atmasına rağmen otoparklar dahil araçlarına yer bulamadıklarını yeşil pasaportlular grubu yorumlarından okumuştuk.
Bu durumda, araçlarımızı mevcut konaklama yerinde bırakarak, merkeze şehir içi otobüs biletleri alarak 3 kişi 4,5 gitmiştik. Dönüşte de UBER uygulaması üzerinden çağırdığımız taksi ile 6,4 Euro’ya geri döndük. Zamandan kazanmamız çok iyi oldu.
Burada camilerin kiliselere yada müzelere dönüştürüldüğünü görüyoruz. Selanik isminin de Thessaloniki olarak değiştirildiğini, 1997 senesinde Avrupa Kültür Başkenti olmak için aday gösterilen şehir, sahip olduğu tarihi doku sayesinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer aldığını öğreniyoruz.
Selanik’te türünün en eski hamamı olan Bey Hamamı, 1444 yılında yapılmış. Osmanlı’dan Selanik’e miras bırakılmış önemli bir mimari eser. Hamam, Osmanlı şehirde Osmanlı mimarisini en güzel şekilde yansıtan hamamlardan biridir. Hamamın yapımı II. Murad dönemindedir. 1968 yılına kadar, aktif olarak kullanılmış, sonra kaderine terk edildiğini öğreniyoruz.
1430’da Sultan II. Murad tarafından fethedilen Selânik’te fethin hemen arkasından Eskicuma Camii olarak adlandırılmış sonradan Agia Sofia/Ayasofya adını alan camiinin yanına, bir minare ve avlusuna bir şadırvan yapıldığını görmekteyiz.
Evliya Çelebi 1078 (1667-68) yılında çıktığı seyahatte uğradığı Selânik’te en meşhur caminin Ayasofya-yı Kebîr olduğunu bildirdikten sonra, bu mâbedin biraz küçük olmakla beraber İstanbul’daki Ayasofya’ya benzediğini ve Trabzon’daki Ayasofya büyüklüğünde olduğunu yazar.
Sultan V. Mehmed Reşad 1911 yılındaki Rumeli seyahatinde Selânik’e uğradığında ilk cuma selâmlığını burada yaptığını öğreniyoruz. Evliya Çelebi’nin bahsettiği “yeşil somakiden zümrüt gibi mücellâ kürsü” ise yekpâre yeşil Tesalya somakisinden (verde antico) yontulmuş ve işlenmiş bir Bizans vaaz kürsüsü olup camide de kürsü olarak kullanılmıştır. Bizde öğle namaz vaktinin girmesi üzerine, Ayasofya camiinin bahçesinde bulunan çeşmede abdestlerimizi alarak, avluda son cemaat kısmında namazlarımızı eda ediyoruz.
Ayasofya camiinden, Aristotoles meydanından ilerlerken karşımıza Roma Agora kalıntı eserleri karşımıza çıkıyor. Meydan, toplantı yeri, meclis gibi anlamlara gelen Agora 5.000 yıllık tarihiyle sosyalleşmenin, halk tartışmalarının, dini ritüellerin, ticaret gibi birçok kullanım amaçlı olan ana meydan.
Ve hemen sahilin kenarında Beyaz Kule’nin yanına gidiyoruz. Kanuni Sultan Süleyman döneminde eski Bizans Kulesi yerine inşa edilen Beyaz Kule'nin mimarının Mimar Sinan olduğuna dair bilgiler var. Kulenin içi ziyarete açık, kuleye içimizde ki gençler çıktı. Manzarasının güzel olduğunu ifade ettiler.
Diğer ziyarete gidilecek yerler için, o günün Pazartesi olması nedeniyle müzelerin kapalı olduğunu öğreniyoruz.
Dinlenmek ve yöresel içecekleri tatmak için bir kahvecide oturuyoruz. Bölgede “Frappe” olarak adlandırılan bu yöresel içeceği tadıyoruz. 1957'de Selanik'te Nescafe temsilcisi Dimitris Vakondios tarafından deney yoluyla icat edilmiş. En popüler kahve türleri arasında yöresel içecek olarak ayırt edici özelliği haline gelmiş. Bildiğiniz soğuk, nescafe tadında.
sonraki yazı:
Balkanlarda Osmanlı Şehirleri Seyahati -5 (Gezi Notları)