İnsan cennete birey olarak yaptıklarıyla gideceğini düşünür. Bu düşünce onu toplumdan uzaklaştırıp inzivaya çekilmesine neden olmuştur ancak insan mayası gereği toplum ile yaşama üzerine yaratılmıştır.
Cennet, inandığımız değerler olarak varış noktası ve sonsuzluk durağıdır. Peki insanlar kendi cennetini nasıl yitirir? Bakın birey olarak degil toplum olarak cennetimizi nasil yitiriyoruz onu soruyoruz! Toplumlar birbirlerinin aynası olmuş yine birbirlerinin yarınına vesile olmuş ve cennete giden yolları beraber inşa etmişlerdir.
Hz. Adem ile Hz. Havva'nın cenneti yitirmesi birlikte olmuştur. Dünyada birbirlerinden ayrı kaldıkları, birey olarak hasretle cenneti özleyiş ve arayışları doğrultusundaki tövbeleriydi onları kavuşturan; aslında aradıkları kendi hüviyetleriydi.
Şimdi toplumumuzdaki kayıp hüviyetlere bakalım. Daha dünyada iken içimizdeki cennetten kopan bizler; ailelerimizden, akrabalarımızdan bizleri biz yapan inançlarımızdan ne derece uzaklaştık. Medeniyetlerin ayakta kalabilmesi, onların gelen kültürlerinden kopmadan! Çağın gereksinimlerine ayak uydurup inançlarının süzgecinden geçirerek kültürlerine ek yapması doğrultusunda olmuştur. Bizim korkulu gözlerle, utanık kaçışlarla koptuğumuz gelenek kavramı yüzyıllık mirastır. Yaratıcı olmak, fark katmak, yenilikçi olmak diye tabir ettiğimiz geleneksiz sözde özgürlükçü toplumlar, hüviyetsiz nesillerin doğuşunu oluşturmuştur.
Peki bu toplumun oluşması sadece birey ile mi olmuştur?
Elbetteki hayır...
Toplumların çökmesi Aydın ile Sanat ile Medya ile olacaktı. Aydın ilimden, bilimden, felsefeden anlamayacak. Sanat inancımızdan bir parça barındırmayacaktı. Medya ise batılı olma sevdasını bir bir aşılayacaktı bizlere. Aşılanmış toplumlar olarak önce inancımızı kaldırıp duvara asacaktık.
Astık...
Medeniyetlerin yüzyıllarca öz olanı gökte, toprakta, denizde araması ilahi bir kudret arayışıydı. O ilahi kudret ise gökten Vahiy yoluyla bizlere inmişti. Peki ya bizler ne yaptık?
Aldık onu duvara astık! Kendi değerini kendi özünü duvara asacak bir toplum haline geldik...
Birileri meşaleyi yakacaktı birileri onu taşıyacaktı ve en son bizlere geldiğinde ondan utanıp söndürecektik. Bunu tek bir kişi yapmadı, bunu toplum olarak yaptık. Toplum olarak yitirilmiş bir cennetimiz var. Şimdi ise ayağa kalmak ile hepimiz mesulüz. Önce kutsalımızdan haberdar olmalıyız. Bir Yahudi bir Hristiyan kutsalımızı bizden daha iyi biliyorsa bu toplum olarak bizim ayıbımız. En başta söylediğimiz üzere bireyin tek başına inzivaya çekilme düşüncesi bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın sözüne dönüşerek belkide toplumun böyle bir çıkmaza düşmesini yeğlemiştir. Büyük görev var bizleri bekleyen. Söndürdüğümüz meşale iman meşalesi, inanç meşalesi, terk ettiğimiz ruhumuzun meşalesidir. Bizleri bekleyen görev doğrultusunda sarsılmamalı ve çekinmemeliyiz. Üstad Sezai Karakoç'un dediği gibi kaybettiğimiz çok uzakta değil biz ellerimizi uzattığımızda kendimizi bulabilir ve ona dokunabiliriz.
Aradığın seni arayandır diyerek imanımızı, inancımızı, kendimizi ve cennetimizi bulma umuduyla... Umudumuzu hiç söndürmeyelim.