Eşref-i mahlukat olan insanın yanı başında onu cennete de yaklaştıracak cehenneme de yaklaştıracak bir varlık var.
Nedir bu varlık?
İnsanı her anlamda aşırılığa sürükleyen bu varlık “nefistir”. Nefis insanı dünya nimetlerine karşı coşturup dengeden şaşması için uğraşmaktadır ancak yukarıda söylediğimiz gibi insanı cennete sokan şey de nefsidir
Nefis insanın başına musallat olmuş bir gölge gibi anlaşılsa da belki de insanın bazen kendini bulmasında yardımcı olandır. Terbiye edilmiş bir nefis insanın cennete girmesinde yaveri olmaktadır.
Elhamdülillah Müslümanız ve maalesef ki bazen Müslümanlığın temel emirlerini yerine getirirken ya aksaklık yapıyoruz ya da daha üzücüsü terk ediyoruz, bu durumda bizleri yapmamız gereken emirleri, yapmaktan alıkoyan bizlere ibadetlerimize muadil olarak gösterip dünyevi şeylerle meşgul eden şeydir ‘nefis’ ve asla doymak bilmez.
Peki ufacık bir sebep bizleri kendimize getirdiğinde… Mesela küçücük bir taşa takılıp düştükten sonra kendimizi tartıp evden çıkarken besmele mi çekmedim? Ne günah işledim? Dün yatsının sünnetini kılmadım? Bugün sabah namazına uyanamadım? Bu gibi sebepleri kendimize sayıp evet ben gevşeklik gösterdim diyerek silkelenmeye ihtiyaç duyduktan sonra ibadetlerimize muadil olarak nefsimizin bizlere serdiklerini göz ardı edersek bir raddede nefsimizin seviye atlamasına neden olmuş oluruz.
Peki sadece ibadet olarak mı nefsimizi terbiye edebiliriz?
Canımızın istediği her hangi bir şeyi yapmadığımızda nefsimiz bundan rahatsızlık duyacak ve daha fazla isteyecektir ancak bizler bunu yerine getirmemekte kararlı olduğumuzda nefsimiz daha azıyla tamahkâr olmayı öğrenmeye başlayacaktır. Çok fazla yemek yiyen bir insanın öğünlerini kısarak da nefsini terbiye etmesi mümkündür. İnce bir nokta vardır ki bu da insan zevklerinden tamamen kopamayabiliyor bu nedenle ki kendisine zarar veren şeylerden bir anda kopmaya çalışması kendisine öncesinden daha fazla zarar verebilir, bunun yerine yavaş yavaş azaltarak nefsini isteklerine karşı noksanlığa gidecek düzeyde terbiye edebilir.
Yukarıdaki örneği bir hadis-i şerif ile sağlamlaştıralım.
Mücîbetü'l-Bâhiliyye, babasından (veya amcasından) naklen, babasının Resûlullah’a (s.a.v) elçi olarak gidip memleketine döndüğünü, bir yıl sonra (hali ve görünüşü oldukça değişmiş olarak) tekrar Hz. Peygamber'e (s.a.v) gittiğini ve şöyle dediğini haber verdi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Beni tanıdınız mı? Hz. Peygamber (s.a.v):
- "Sen kimsin? (tanımadım)" buyurdu. Adam:
- Bir sene önce size gelmiş olan Bâhilîyim, dedi. Hz. Peygamber (s.a.v):
- “Seni böylesine değiştiren nedir? Hâlbuki sen çok iyi görünüyordun” buyurdu. Adam:
- Senden ayrıldığım günden beri, geceleri hariç, asla yemek yemedim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v):
- "Kendine işkence etmişsin!" buyurdu ve ilâve etti:
- "Sabır ayı (Ramazan’ı) bütünüyle, diğer aylardan da birer günü oruçlu geçir." Adam:
- Benim için bu sayıyı arttırınız. Zira benim gücüm bundan fazlasına yeter, dedi. Hz. Peygamber (s.a.v):
- "O halde her aydan iki gün oruç tut!" buyurdu. Adam:
- Daha arttırınız, dedi. Hz. Peygamber (s.a.v)
- "Peki, her aydan üç gün!" buyurdu. Adam:
- Biraz daha arttırınız, dedi. Hz. Peygamber (s.a.v) de:
- "Haram aylarında (Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem) üç gün oruç tut, bırak; üç gün oruç tut, bırak; üç gün oruç tut, bırak." buyurdu ve üç parmağını birleştirip bırakmak suretiyle de fiilen gösterdi. (Ebû Dâvûd, Savm 55. Ayrıca bk. İbni Mâce, Sıyâm 43)
Görüldüğü üzere sürekli oruç tutmuş bu adamın tutumu karşısında peygamber efendimiz (s.a.v) kendine işkence etmişsin buyurmuştur, alemde denge kavramı çok önemlidir. Dengeden şaşan insan çok tehlikeli bir boyuta düşebilir, bulunduğu hali tamamen terk edebilir.
Teheccüt namazına başlayacak olan birisi haftanın her gecesinde uyanıp kılmaya çalışırsa bu ona ağır gelecektir, bunun yerine yavaş yavaş arttırmalı ve yaptığı bu ibadet ile nefsini zaman ile terbiye etmelidir ancak nefis öyledir ki, Sürekli kendisini ibadete vermiş olan insanda bile şu düşünceye neden olacağından dolayı en alt seviyede olmaktan kaçınamaz, “ben herkesten ibadet olarak üstünüm, kimse benim gibi değil, ben cennete gitmeyeyim de kim gitsin” bu nefis insanı yer bitirir, sonunda zındıklardan olması için kendisine vesvese verip durur. Çok benzerdir ki şeytanın da Allah’ın (c.c) huzurundan kovulmasına kibirli olan nefsi neden olmuştur hâlbuki ibadet olarak Allah’a en yakın olandı Şeytan.
Şöyle bir düşünelim hangimiz gardırobun kapağını açıp, gözümüz kapalı bir giysi alıp, giyinip dışarıya çıktığımızı… Hangimiz bunu yapabilir yalnız burada şunu da belirtmeliyiz ki giyindiğimiz kıyafetler temiz ve ütülü, bunu belirtelim çünkü Müslüman kılığında kıyafetinde temiz ve tertipli olmalı, söylemek istediğimiz şey şudur ki herbirimizin muamelatta bir duruşu var ve bir çoğumuz kendimizden bir hayli eminiz ve yürüyüşümüz de kimliğimizin arkasında beslenmiş kibriyle beraber yürüyor. Ya aslen sırtımızda nefsimizin yükünü taşıyorsak ya aslında heybetle yürüyen biz yoksak…
Düşüncesi bile insanı boğuyor. İnsan öyledir ki “ben ve benim” kalıplarında kurtulmayı denemez. Alemin Sultanı yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de “biz, bizler” ibaresini kullanırken, bizler öğrendiğimiz her şeyde Rabbimizin eseri varken oturuşumuz ve kalkışımızla, sosyal hayatımızda ne kadar biz oluyoruz, ne derece terbiye etmekle uğraşıyoruz kendimizi?
Şimdi sıyrılalım bugüne kadar aldığımız tüm basmakalıp tebriklerden, övgülerden, lakaplardan ve yalnızca bürünelim “-abd” olmaya,
Bürünelim kulluğu yaşamaya ve duyalım nefisimizi çünkü o hep bizler için faydasız şeyleri istemekte duyalım ve uymayalım. Kulluğumuz ile yürüyelim ancak boynumuz yalnızca Rabbimizin karşısında bükülsün, Müslümana karşı ayakkabımız ses çıkartıp elbisemiz kibirden sürünmesin bizler yalnızca ve yalnızca; “kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametli” (Fetih suresi,29) olalım.