Şevk, nefsin bir şeye meyletmesidir. Bazı filozoflar şevki irade olarak da isimlendiriyor. Said Nursi, tembellik karanlığına (zindan-ı atalete) düşmemizin sebeplerini açıklarken, hayatın bir faaliyet ve hareket olduğunu, şevkin ise bu bu faaliyet ve hareketin bineği (matiyyesi) olduğunu ifade eder. Yani şevk, istek olmadan hayatta amaca yönelik güzel meyveler verecek faaliyet yapmak mümkün değil.
Bu yüzden bir insanın içinde bir şeyleri yapma isteği yoksa, o insan ölü gibidir. Onun için insan önce bu isteğe sahip olmalı. İnsanın bir işi yapma isteğinin oluşması için, yapmak istediği şeyin üzerine kararlılıkla gitmesi, bunun için kendisini zorlaması gerekir. İnsan kendini zorlamadan işe karşı bir istek oluşmayabilir. Bu tıpkı yemeği yemek istemediğini bildiren bir kimseye, “gel sofraya otur bir” demeye benzer. Sofraya oturan bir kimsenin iştahı açılır ve herkesten daha fazla yemek yer.
Bir de bir işe, ya da bir okula başlayan, bir sınava hazırlanan kimselerin “ben yapamam” demek yerine şöyle düşünmesi gerekir:
“Bunu milyonlarca insan yaptığına göre, ben de onlar gibi bir insan olduğuma göre ben de yaparım, ben de başarırım.” Ben bunu hayatımda hep uyguladım. İçimdeki şevk, motivasyon ve istek eksikliğini böylece ortadan kaldırdım.
İnsan bir iş yapmak, bir faaliyette bulunmak istediği zaman yoluna çıkıp onu engellemek isteyen çok düşmanları olur. Bu düşmanların başında ümitsizlik gelir. Hem dünya hem de ahiret ile ilgili amellerde ümitsizlik insanın belini kırar. Ayağa kalkıp bir şeyler yapmasını engeller. Ümitsizlik her güzel hizmetin, faaliyetin ve çalışmanın önünde en büyük maniâdır.
Ümitsizlik bazen insanın içinden gelen bir ses olur: “Sen başaramazsın, yapamazsın, boşuna uğraşma.” Bu sesin peşine düşen, bunu doğru olduğunu kabul eden bir insan, peşinen mağlubiyeti kabul etmiş olur. Yaptığı faaliyeti yarım bırakmasına, ya da yavaşlatmasına sebep olur. Sınavlara girecek öğrencilerden, esnaflık yapacak insanlara kadar bir çok kişide başarısızlıkların birinci sebebi ümitsizliktir.
Bazen de ümitsizliğe sevk eden ses, etrafımızdaki tembel, ya da bir çok defa başarısızlığa uğramış kimselerden gelir: “Sınav sınav sınav. Nereye kadar sınava gireceksin” der tanıdık ses ve devam eder: “istediği bölüme giren kaç kişi var, ya da kaç kişi atanıyor baksana. Sıra sana mı gelecek.” İçimizdeki ümit filizini daha başını çıkarır çıkarmaz kesip atmaya çalışır. Ya da “bu yapacağın iş sana göre değil kardeşim. Sen daha güzel işlere layıksın” diyerek elini kolunu bağlamaya çalışır.
Günlük hayatımızda ümitsizliğin etkilerini derinden hissederiz. Başarılı olma azmimizi yok eder, kabiliyetlerimizi felç eder.
Ümitsizlik maddî, dünyevî hayatımızı öldürdüğü gibi, ahirete dair amellerimizi de yok eder. Said Nursî, Mesnevi-i Nuriye isimli eserinde ümitsizliği tedavi edilmesi gereken bir hastalığına benzetir. Orada açıklandığına göre, amele ve Allah’a itaat etmeye muvaffak olamayan bir kimse Allah’ın azabından korkar ve ümitsizliğe düşer. Böyle ümitsiz bir insanın gözüne, dinî meselelere aykırı çok zayıf bir emâre kocaman bir delil gibi gözükür. Böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin sevk etmesiyle isyan eder ve İslam dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna iltihak eder.
Anlaşıldığı kadarıyla insanı ümitsizliğe sevk eden en önemli unsur da şeytandır. Bir insanın yaptığı hatalardan, işlediği bazı günahlardan ve Allah’a hakkıyla kulluk yapamamasından dolayı içinde meydana gelen “Allah beni affetmez” sözü tamamen şeytanın aldatmacasıdır.
Bu yüzden hem dünyevî, hem de uhrevî işlerimizde bizi iyilik adına ileriye doğru adımlar atmaktan alıkoyan bu büyük düşmanı Kur’an’da zikredilen şu ayetle mağlup etmemiz mümkündür:
"(Tarafımdan onlara) de ki: Ey nefislerine karşı aşırı giden, zulmeden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü, O, çok esirgeyen, çok bağışlayandır." (Zümer, 39/53).
Bu ayet, hem dünyevî, hem de uhrevî işlerimizde ümitsizliği yasaklıyor. Yapacağı bir işte, ya da girdiği sınavlarda birkaç defa başarısız olmuş bir kimseye içerden ve dışardan “sen bırak bu işleri. Yapamazsın” demek, insanın da buna aldanması ve ümidini öldürmesi kendisine yaptığı en büyük haksızlık ve kötülüktür. Bu yüzden insan başarısını engelleyecek hiç bir sese kulak vermemeli, çalışmaya, gayrete devam etmelidir.
Bu ayetin uhrevi ameller hususunda da insana mesajı aynıdır aslında. Günahların, hataların olabilir. İnsan tabiatı icabı bazen nefsinin, bazen şeytanın, bazen de kötü arkadaşların etkisinde kalarak yanlış şeyler yapabilir. Böyle durumlarda içinden gelen o şeytanın “Allah seni affetmez artık” zehirli sözüne aldanmaması gerekir. Çünkü Allah şirk dışında bütün günahları ve hataları affedeceğini söylüyor. Bu ayetin anlamını her zaman aklımızın bir köşesinde tutmalıyız. Çünkü dünyevî ve uhrevî ilerlememiz Allah’ın bizlere ümitsizliği yasakladığını bilmemize bağlı.
Merhum Millî şairimiz Mehmet Akif, ümitsizliği insanın düştüğü zaman boğulacağı bir “batağa” benzetir:
Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.
Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
“Ye’sin sonu yoktur, ona bir kerre düşersen
Husrâna düşersin, çıkamazsın ebediyyen!
Bir Başka şiirinde ise, iman ile ümitsizliğin birbirine zıt olduğunu ifade eder:
Ye’se hiç düşmeyecek zerrece imânı olan;
Sâde siz derdi bulun, sonra kolaydır derman
Mümin olan, ümitsiz olmaz. Yakup Peygamber, çocuklarını Yusuf’u kardeşini aramaya gönderirken onlara şöyle der:
“Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.”
(Yusuf, 12/87)
Bizim Yusuf’umuz yapmamızı bekleyen işlerimiz ve amellerimizdir. Ümitsiz olarak yola çıkmak, mağlubiyeti kabul etmek demektir. Unutmayalım ki biz Allah’ı unutmadığımız sürece Allah da bizi unutmaz ve bizim gayretlerimizde bizlere Muin (Yardım eden) ismiyle yardım eder.