1994 yılıydı. Bir Anadolu lisesinde din kültürü öğretmeniydim. O okulda sadece bir dönem görev yapmıştım. Ama daha sonra üniversiteye geçecektim.
Geçtiğimiz günlerde bulunduğum şehirde bir ortaokulda seminer için bulunuyordum. Kaymakamlık ile Harran Üniversitesi ilahiyat fakültesi arasında yapılan bir anlaşma çerçevesinde her ay bir okula seminer için gidiyoruz. Çok ilginç iki tevafuk yaşadım. Seminere katılan sınıfın bay din dersi öğretmeni 2014’te ilahiyat fakültemizden mezun ettiğimiz bir öğrencimizdi. Hoca olmuş ve 8 senedir öğretmenlik yapıyor. İnsan yetiştirdiği öğrencilerini böyle görev başında görünce hem gururlanıyor hem de duygulanıyor.
Neyse seminer başladı. Öğrencilerde sohbet tarzında devam ediyoruz. Sorulu cevaplı bir tarzda. 40 dakikalık bir programdan sonra öğrencilere bir şey söylemek isteyen olup olmadığını sordum. Birkaç öğrenci bir iki soru sordu. Seminere katılan diğer öğretmen, bayan matematik öğretmeniydi. El kaldırdı ve “ben de bir şey söylemek istiyorum,” dedi.
“Buyrun hocam”dedim.
Bayan hocamız şunları söyledi:
“Ben siz konuşmaya başlayınca benim ortaokuldaki din dersi öğretmenime ne kadar benziyor konuşması diye düşündüm. Sonra hatıralar canlandı. O öğretmen sizdiniz. Başta bahsettiğiniz okulun ortaokul birinci sınıf öğrencisiydim. Hatta yine imandan namazdan bahsetmiştiniz. Ayet-el Kürsi ile ilgili bir şey anlatmıştınız. Ben gittim eve 15 dakikada Ayet-el Kürsi’yi ezberledim. Anneme anlattım, evdeki diğer kişilere anlattım ve ben o zaman namaz kılmaya başladım. Zaman zaman aksattığım da oldu ama hala kılıyorum. Allah razı olsun sizden.”
Tam 28 sene olmuş. Hocamız 18 senedir öğretmenlik yapıyor. Ve ben şimdi öğretmenlik yapan bu iki öğrencimin öğrencilerine 40 dakikada yine imanı, Allah’ı, sevgiyi ve kulluğu anlattım dilim döndüğünce.
Söylenen her söz bir tohum aslında. Bütün eğitimcilerin görevi tohum atmak, tohum ekmek. Eğitimciler bu açıdan çiftçilere benziyor. Onlar toprağa atıyor tohumu, biz ise tertemiz beyinlere ve kalplere… 28 sene sonra atılan bir tohumun atıldığı zamanlarda çıktığını ve fidan verdiğini, şu anda ağaç olduğunu görmek beni açıkçası hem mutlu etti hem de duygulandırdı.
Yıllar önce yine bir öğrencimizle karşılaşmıştım. Bu defa yer Ankara idi. Beni gördüğünde “hocam beni hatırlıyor musunuz” diye sordu. “sima yabancı değil, ama tam olarak hatırlayamıyorum” dedim.
Ben dedi, 1994 yılında sizin öğretmenlik yaptığınız Anadolu lisesi ortaokul birinci sınıf öğrencisiydim. Bizim din kültürü dersimize giriyordunuz” dedi.
“Evet” dedim. “ Bir dönem derse girdim, sonra üniversiteye geçmiştim.”
“Hocam” dedi genç adam gözlerim içine bakarak, “bizim dersimize girdiğiniz ilk gün, ilk derste bize anlattığınız dersi hatırlıyorum.” Şaşırması sırası bana gelmişti. Nasıl hatırladığını ne anlattığımı sordum haliyle.
Şunu söyledi: “Hocam bize ilk girdiğiniz derste imanı anlattınız. İman-ı taklidi ve iman-ı tahkikiyi anlatmıştınız. Ben ilk defa duyuyordum ve çok yararlandım. Nasıl bir iman sahibi olunması gerektiğini anladım.”
Şahsi hatalarımızla birlikte genç beyin ve kalplere ektiğimiz iman tohumlarının yeşerdiğini düşünmüştüm bir kez daha.
Eğitimci olmak, öğretmen olmak gönül işidir. Bir sevdadır, bir idealdir. Bu ideali sahip olan, ideal insan, iyi insan, kamil insan yetiştirmek isteyen gerçek eğitim erleri, eğitim çiftçileri branşı ne olursa olsun tohum eker hep.
Tohum ekilen genç akıl ve kalplerin bir kısmı tohumları hemen yeşertmeye uygun olmayabilir. Zaman, zemin, aile, arkadaş, çevre, sosyal medya vs. tohumun filiz vermesini, ağaç olmasını bir müddet engelleyebilir. Ama hak ve hakikat tohumları fırsat bulduğunda yeşerecektir.
Babam Allah rahmet eylesin ben ilk okulda okurken bana güzel vecizeler, cümleler yazardı. Oğlum bunları ezberle derdi. Ben de ezberlerdim. Ne olduğunu bilmiyordum. Mesela o cümlelerden bir tanesi şu idi: “Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.” Bir diğeri ise şöyleydi: “Sivrisineğin gözünü halk eden, güneşi dahi O halk etmiştir.”
Düşünmeye, okuduklarımı anlamaya başladığımda bunun benim zihnime ekilen bir iman tohumu olduğunu anladım. Babam eğitimci değildi, ama kitap okumayı severdi. O tohum yeşermiş, ağaç olmuştu. O ağacı ölene kadar içimde yeşil ve taze tutarsam inşallah mümin olarak ölürüm. Allah’a en önemli duam bu şekilde. “Allah’ım sen beni mümin olarak yaşat ve mümin olarak öldür.”
Her anne- baba, her abi -abla, her amca -dayı, hem hala -teyze her insan aslında bir nevi öğretmendir. Güzel tohum ekelim saf zihinlere. İmana, kulluğa, güzel ahlaka dair yeşeresi tohumlar ekelim de dünyamız güzellik ve iyilik ağaçlarının ürettiği manevi oksijenlerle dolsun. Şu gittikçe kirlenen dünyamız temiz bir nefes alsın, hayat bulsun.