Dr. Scott Peck, ‘Az Seçilen Yol’ isimli kitabında “hayat zordur” der. Her şeyden önce bunu kabul etmeli insan. Etmeli ki, zorluklarla başa çıkabilme gücünü keşfetsin. Yüce Allah insana başa çıkamayacağı dert ve sıkıntı vermez. Hayatın bu zorluklarını aşmanın en önemli bir yolu Allah’ın insana bir lütuf ve ihsan olarak bahşettiği “sevgi”dir. Bir diğer önemli duygu da ümittir. İkisi de hayatta karşılaştığımız zorlukları aşmada çok önemli iki araçtır.
Milletçe çok büyük bir felaket yaşadık. Resmi rakamlara yansıyan 50 bin insanımız vefat etti. Yüz elli bin civarında yaralı var. Yaraları olanların ağır olanları da var şüphesiz. Bunlarla ilgilenen anneler, kardeşler, abiler, ablalar veya çeşitli akrabalar mevcut. Bir de dün zengin iken bugün fakir olan, dün iş yeri sahibi iken bu gün işsiz olan, dün birçok evleri varken bugün evi olmayan yüzbinlerce insanımız, canımız, kardeşimiz var. Bu depremden sağ çıkmışlar, ama maddi varlıklarını kaybetmiş olan insanlarımız.
Bunlardan birçoğu başka şehirlere göç etmiş. Orada kendilerine yeni bir hayat kurmaya çalışıyor. Hataydan Mersin’e giden bir aile, bakıyor ki, iş yok, güç yok. Tekrar Hatay’a dönüyor ve simit yapıp satmaya başlıyor. Hayata ümitle ve sevgiyle tutunuyor. Kendini ve çocuklarını seven bir insan, ümitsiz olamaz. Ümitsizlik insanın elini kolunu bağlar. Ümitsizlik insanı ölmeden önce öldürür.
Şu anda bizim ihtiyacımız olan şey sevgi ve ümit. Allah bizim hayatımızı bahşetmişse, bize mühlet verdiği içindir. Bize zaman tanıdığı içindir. Onun için önce bize hayatımızı bağışlayan Rabbimizi bütün kalbimizle, duygularımızla her şeyden çok sevmeliyiz. Deprem zaten bize bunu öğretiyor bir bakıma.
Sevip de putlaştırdığımız her şey uçup gitti elimizden. Onların tapılacak, çok sevilecek şeyler olmadığını öğretti bize. Onların fani olduğunu fısıldadı kalbimizin kulağına. Malı Allah’tan fazla seviyorduk mesela. Zekat ve sadaka vermekte cimri davranıyorduk. Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi sözünü hatırlattı bize. İlk sahibine yöneltti. Eğer bize verilen bu mühlet içinde yönümüzü fenadan bekaya, faniden Baki’ye çevirebilirsek en büyük kazancımız olacak bizim.
Karun’un böyle bir zamanı olmadı. Yüce Allah ona yönünü bakiye döndüreceği bir mühlet vermedi hiç. Çünkü bir peygambere karşı gelmiş, zenginliği, malı tanrılaştırmış, bir çok insanın idolü, putu haline gelmişti. Bu put yıkılmalıydı ki, insanlar malı ve zenginliği ilah edinmekten vazgeçebilsin.
Bu Karun Hz. Musa zamanında yaşıyordu. Dindar olduğu da rivayet edilir bu zengin insanın. Çok zengindi. Hz. Musa’ya da önceleri iman etmişti. Sonra karşı çıktı. Zengin olduğu için şımarıktı. Malıyla, mülküyle gururlanıyordu. Bu kişi malı Allah’tan ve insanlardan daha fazla seviyordu. Bu yüzden Hz. Musa kendisine zekat vermesini söyleyince, “ben kendi ilmimle kazandım” demiş, zekat vermeyi reddetmişti.
Yüce Rabbimiz mala tapan, zenginliğe tapan bu kimseyi, insanlara ibret olsun diye bütün hazineleri ve sarayları ile birlikte yerin dibine batırdı. Ondan geriye sadece “Karun gibi zengin” sözü kaldı. Karun gibi zengin ve ihtişamlı olmaya arzu edenler, onun yerin dibine battığını görünce Karun gibi olmadıklarına ve yerin dibine batmadıklarına sevinmişlerdi.
Malın, mülkün, zenginliğin ilk sahibini unutmuştu Karun. Kendisine hayat veren, düşünecek akıl, tutacak el, yürüyecek ayak veren Allah’ı unutmuştu. Bu varlığın hiç yok olmayacağını sanıyordu. Ama yerle bir oldu. Halbuki bir insanın rızkını genişletip zenginleştiren de, rızkını daraltıp fakirleştiren de Allah’tı. Ama nedense çoğu kimse unutur bu gerçeği, Karun gibi.
Depremde vefat eden mümin kardeşlerimiz hadislerin beyanlarına göre şehit oldular. Malları gidenlerin malları sadaka hükmüne geçti. Oturdukları evleri hırsızlık yapmak için çürük yapanlardan elbette kul haklarını alacaklardır. Dünyada da onlara hesap sorulması en büyük arzumuzdur.
Biz kalan, yaşayan Rabbimizin mühlet verdiği kimseler olarak, yaşadığımız için ümitli ve sevgi dolu olmalıyız. Allah’ı maldan, mülkten, çocuktan, eşten, anneden babadan daha çok sevmeliyiz. Ve geleceğe dair ümidimizi kaybetmemeliyiz. Her şeyin sahibi Allah ise, bizden aldığını tekrar bize verir.
Eyyüb Peygamberin de her şeyini almıştı, üstelik de çok ağır hasta olmuştu. Ama o sabırlı oldu, Allah’tan şikayetçi olmadı. Sadece durumunu O’na arz etti. O da sağlığını ve kaybettiklerini ona tekrar bahşetti. Hz. Eyyüb’e malını ve sağlını tekrar ihsan eden hepimizin Rabbi olan Allah. Bize de tekrar bahşeder kaybettiklerimizi. Onun rahmetinden ümidimizi kesmediğimiz ve O’na yöneldiğimiz takdirde. Bu yüzden biz de onun rahmet kapısını simit satmaya başlayan kardeşimiz, eli öpülesi kardeşimiz gibi tekrar çalmalıyız ve hayata bağlanmalıyız. Sebeplere başvurduğumuz zaman yüce Rabbimiz bize de çok hayırlı kapılar açar.
Hatalarımızdan dolayı af dileyip, Allah’ım bizi affedeceğini ve yaşadığımız zaman zarfında her zaman yeni kapılar açacağını, güzel günlerin bizim olacağını ümit etmeliyiz. Unutmayalım ki, geceler daimi değildir. Her gecenin bir gündüzü vardır. kışlar daimi değildir. Her kıştan sonra bahar gelir.
Önemli olan hayata tutunmak, tutunurken de bize hayatı veren Allah’ı, bize rızkı veren Rabbimizi unutmamaktır. Biz onu unutursak, o da bizi unutur. Ayette buyur ki, “Allah’ı unutan ve Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkmış olan kimselerdir.”(Haşir, 59/19)
Bir başka ayette ise, “Beni hatırlayın ki, ben de size hatırlayayım” buyuruyor. (Bakara, 2/52)
İçimizdeki putları kıralım bir bir. Putlara olan sevgilerimizi Allah’a verelim yalnız. Putları kırdığımız zaman onlardan ümidiniz de kalmaz zaten. Yalnızca her şeyin sahibi olan Allah’a ümidimizi bağlayalım. Yolunu şaşırmış sevgi ve ümidimizi Allah’a has kılmamız için hayattayız zaten. Bize mühlet verilmesi de bundandır şüphesiz.