Ölüm gerçeği karşısında çaresizdir insan. Ummadığımız zamanda kapımızı çalar ölüm. Bir cumhuriyet dönemi şairinin dediği gibi, “kapımı çalıp durma ölüm./ben ölecek adam değilim” demenin de ne bir faydası olur, ne bir yardımı.
Ölümü sıralı olarak düşünürüz çoğu zaman. Yani Azrail etrafımızda dolaşır, ama bize uğramaz diye aklımızdan geçiririz. Yani, yaşlılar ve hastalar var sırada. Bize sıra gelmez. Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi dört elle sarılırız dünyaya. Hırsımızı kimse dizginleyemez.
Halbuki sıralı değildir ölüm. Hasta ölecek diye beklerken, bekleyen ölür hasta iyileşir de bekleyenin cenaze namazını kılar.” Yaşlıdır adam, ya da kadın. Ölmek üzere” derken bir de bakmışız bunu diyen kişi Azrail ile tanışmıştır. İşte böyledir hayat.
Ölümden kaçmak isteriz hep. Ölümü aklımıza bile getirmek istemeyiz. Ama düşünmeyiz ölümün pençesinden hiç kurtulanın olmadığını. Nitekim Cuma suresi 8. Ayette yüce Rabbimiz bizlere şunu hatırlatır:
Şöyle de: “Biliniz ki, kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak gelip size çatacaktır. Sonra akıl ve duyularla idrak edilemeyeni de edileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O da size yapıp etmiş olduklarınızı bildirecektir.”
Ölümden kaçmak mümkün değildir o halde. Öyleyse ölümden kaçmak değil, ölümü sevmek gerekir.
Ölüm de sevilir mi diyebilirsiniz. Peygamberimizin (s.a.v.) “Rabbim bana ölümü sevdir” diye dua etmesi, ölümün kaçılması gereken değil, sevilmesi gereken bir şey olduğunu hatırlatır bize. Bu dua, bize öğretilen ölümü sevdirme duasıdır.
İnsan, çok sevdiği ve uzakta bulunan bir dostuna kavuşmayı arzu etmez mi? Arzu eder ve sever elbette. İşte yüce Rabbimiz müminlerin dostudur. Bizi yoktan yaratıp dünyaya gönderen, bu kadar nimetler ihsan eden, bu nimetlerin asıllarını ve kaynaklarını da cennette müminler için hazırlayan bir Rabbimize kavuşmayı kim istemez, kim sevmez?
Bir hadis-i şerifte bildirildiği gibi Allah’a kavuşmayı sevene, Allah da kavuşmayı sever. İnsan, ölüme hazır olmazsa ölümü sevmez ve ölümden kaçmak ister. Ölüme hazırlıklı olursak, ölüm bizi korkutmaz. Ölüm yok olmak değil, mekan değişikliğidir. Ölüm Allah’a vuslatın adıdır.
O halde ölümü sevmek istiyorsak, ölümden korkmamak istiyorsak, ölüme her gün hazır olmalıyız. Bugün Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçmak ölüme her gün hazır olmak demektir. Zaten her gün Allah’ın ve emirleri çerçevesinde yaşar, yasaklarından kaçınmak için azami dikkat gösterirsek, ölümü severiz o zaman.
Çünkü Rabbimizin rızasına ermek, hoşnutluğunu kazanmak ancak böyle olur. Kendi başımıza buyruk olursak, sanki tesadüfen dünyaya gelmiş gibi yaşarsak, o zaman asla ölümü sevemeyiz. Ölümle barışık olamayız.
İnsanın ölümü unutması, ölümden sonraki büyük mahkemeyi unutması, onu çok zalim, gaddar, kötü ahlaklı bir kişi haline getirir. Ölümü hatırlamak ise, ölümden sonrası için hazırlık yapmayı gerektir.
Peygamberimizin (s.a.v.) “lezzetleri yok eden ölümü çok hatırlayın” hadisinin uygulanması; yani bizim ölümü her gün hatırlamamız bizi şehvet, gazap ve akıl kuvvelerinin ifrat ve tefritlerinden uzaklaştırır.
Ölümü hatırlamak bizi Allah’a hakkıyla kulluk yapan, insanlara ve diğer varlıklara şefkatle yaklaşan bir kişiye dönüştürür. Ölümün bu dönüştürücü gücünden yararlanmak bizim elimizde.