Genel olarak eleştiriden hoşlanmayız. Kusurumuzu söyleyen kimselerden haz etmeyiz. Yanlışlarımızı göstereni pek sevmeyiz. Niçin acaba? Ya bizde kibir ve enaniyet vardır, ya da eleştiri yapan kişide üslup hatası.
Kimisi eleştiri yapayım derken kırar döker. Kaş yapayım derken göz çıkarır yani. Kimisi de eleştiriyi bir fayda ve güzel bir amaç için değil, eleştiri olsun diye yapar. Halbuki eleştiride asıl maksat, üzüm yemektir, bağcıyı dövmek değil.
Bir kişinin davranışını ya da herhangi bir konuyu eleştirmek için elimizde bazı kriterler olmalı. O kriterlere göre eleştiri yapmalıyız. Örneğin davranışların yanlış ya da doğru olduğunu tespit edip ona göre bir eleştiri yapmak için neyin doğru, neyin eğri ve yanlış olduğunu bilmemiz gerekir. Bir konuyu eleştirirken de o konuyla ilgili gerekli bilgi ve donanıma sahip olmalıyız.
İnsanların yanlış davranışlarını eleştirirken, bunu herkesin yanında yaparsak o kişiyi daha çok yanlış yapmaya sevk etmiş oluruz. Bu yüzden eleştiride asıl olan herkesin ortasında değil, iki kişilik bir ortam içinde yapılmasıdır. Bir de sert değil yumuşak bir üslup kullanmak şart. Çünkü tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. Sert üslup ise insanların sizden uzaklaştırır. Gittikçe yalnızlaşırsınız.
Uhud savaşında peygamberimizin verdiği emirleri dinlemeyerek Okçular Tepesi’ni terk eden kimseler, neredeyse Müslümanların yok olmasına sebep olacaklardı. Peygamberimiz Allah’ın kendisine lütfettiği merhamet sayesinde onlara katı davranmadı, çok yumuşak davrandı. Çünkü katı davransaydı Hz. Muhammed’in (s.a.v.) etrafındaki Müslümanların dağılma, kendisinin de (s.a.v.) yalnızlaşma tehlikesi vardı. Bu yüzden Allah’ın yol göstermesiyle onları affetme ve onlarla istişareye devam etme yolunu tercih etti. (konuyla ilgili ayet için bkz: Al-i İmran, 3/159)
Sevgi dolu, merhamet dolu eleştiri dostça bir yaklaşımdır. Amaç kişiyi küçük düşürmek, eleştirmek için eleştirmek değil, o kişinin gelişmesine katkı sağlamaktır. Bu, sevgiden, gerçek sevgiden kaynaklanan bir yaklaşım tarzıdır.
Herhangi bir konu hakkında yapılan eleştiriler de yıkıcı değil, yapıcı olduğu zaman karşıdaki insanın gelişmesine çok önemli katkı sağlar. Eleştirinin fayda vermesi için, eleştiri yapanın üslûbu kadar, eleştirilen kişinin de eleştiriye açık olması gerekir. Akademisyenlikte olduğu gibi bir çok meslekte ve hususta insanın kendisini geliştirmesi için eleştiriye açık olması gerekir. Kendisini eleştirenlere düşman nazarıyla değil, onun ilerlemesine, daha iyi olmasına katkı sağlayan bir güzel dost nazarıyla bakmalıdır.
Etrafımıza bakalım, eleştiriye açık olmayan insanlar kendilerine geliştiremeyip yerinde sayan insanlardır. Hataları söylendiği zaman kişinin kendisini temize çıkarmak için uğraşması yerine, yanlışını anlayıp kendisini ya da yaptığı işi düzeltmeye gayret göstermesi her bakımdan tekamülün önemli bir başlangıcıdır.
Ancak şu kadar var ki, eleştiriye açık olmak, hatalarımızı kabul etmek, kendimizi düzeltmeye çalışmak dünyanın en zor işlerindendir. Genellikle burnumuzdan kıl aldırmazken, bize yapılacak en küçük bir eleştiriye kapıları kapatırız ya da eleştirenleri düşman ilan ediveririz.
Eleştiriye açık olan insanların sayısı çok olmayınca kişilerin eksiklik ve noksanlıklarını düzeltmeye çabalamak için başka formüller bulmak gerekir.
Özellikle aynı camia içindeki, aynı grup, aynı aile içindeki fertler olarak Said Nursi’nin İhlas Risalesi’ndeki ikinci düsturunu uygulamamız mümkün. O, aynı grubun içinde fertlerin birbirlerini tenkit etmemesini, yani eleştirmemesini istiyor. Peki ne yapalım o zaman diye soracaksınız. Cevap ondan.
“Çünkü nasıl insanın bir eli diğer eline rekabet etmez, bir gözü bir gözünü tenkit etmez, dili kulağına itiraz etmez, kalb ruhun ayıbını görmez. Belki birbirinin noksanını ikmal eder, kusurunu örter, ihtiyacına yardım eder, vazifesine muavenet eder. Yoksa o vücud-u insanın hayatı söner, ruhu kaçar, cismi de dağılır.
Hem nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz, birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez, birbirinin kusurunu görerek tenkit edip, sa'ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz. Belki bütün istidatlarıyla birbirinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler; hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler. Eğer zerre miktar bir taarruz, bir tahakküm karışsa, o fabrikayı karıştıracak, neticesiz, akîm bırakacak. Fabrika sahibi de o fabrikayı bütün bütün kırıp dağıtacak.”
Buna göre içinde bulunduğumuz ailemiz, grubumuz, camiamız ve genel olarak islam ümmeti bir fabrika gibidir. Bizler de bu fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Birbirimizi tenkit etmek, aile, grup, camia ve islam ümmeti fabrikamızın dağılmasına sebep olur. İnsanlar bu grupların içerisinde ölçüsüz eleştirilere bir başladıkları zaman, iş çığırından çıkar ve bu fabrikalar dağılır. Çünkü eleştiriler çoğu zaman dozu aşar ve karşı eleştirilere kapı açar bu da işlerin içinden çıkılmaz hale gelmesi demektir.
O halde eleştiri kırıcı, yıkıcı değil, tamir edici ve yapıcı olduğu, yumuşak bir şekilde dostça, insanların ortasında değil iki kişi iken yapıldığı zaman faydalı olabilir. Bu üslubu ayarlamak da çok zordur. Ölçüsüz eleştiriler yüzünden bir çok yıkımlar yaşanmaktadır. Bu zorluktan dolayıdır ki, Said Nursî eleştiriden vazgeçmeyi, onun yerine eksikleri tamamlamayı, kusurları örtmeyi, ihtiyaçlara yardım etmeyi önermektedir. Bu öneri, sözle eksik tamamlamayı, ihtiyaçlara yardım etmeyi değil, fiilen bunları yapmayı önemsemektedir.
Kısacası ailemizde bir eksik mi gördük eleştirmek yerine tamamlayalım. Camiamızda, grubumuzda bir noksan mı gördük onu tenkit etmek yerine ikmal edelim. Bir ihtiyaç mı gördük, o ihtiyacı gidermeyenleri eleştirmek yerine ihtiyacı gücümüzün yettiği kadar bir giderelim. Yani hep birlikte taşın altına elimizi koyalım.
Ne dersiniz bugünden tezi yok uygulayalım mı? Uygulayalım ve sonuçları lütfet paylaşalım.