Ben yirmili yaşlarda iken toplumda yavaş yavaş bir değişim meydana geliyordu. Dindar olmayan, dine lakayt olan ailelerin kız ya da erkek evlatları dine yöneliyordu. Namazını kılıyor, orucunu tutuyordu. Bayanlar arasında tesettür yaygınlaşıyordu. Anne babaları ise onları bu yoldan döndürmeye çalışıyorlardı.
O nesil şimdi anne-baba oldu, dindar, bir cemaate mensup ya da değil; ama dindar, dini hassasiyetleri olan, ibadetlerini yapan, dini sohbetleri takip eden kimseler olarak hayatlarına devam ediyor. Hanımlar da tesettüre riayet eden, abartılı giyinmeyen kimseler olarak yaşamlarını sürdürüyorlar genellikle.
Ama son 10-15 senedir rüzgar tersine esmeye başladı. Her şey ters yüz olmuş gibi. O dindar ailelerin yirmili, otuzlu yaşlara gelmiş erkek ve kız çocukları dine olabildiğince lakayt halde. Bir çoğu namaz kılmıyor, dini nasihat ve öğütlerden hoşlanmıyor. Kızlar tesettüre tepkili. Sigara içenler çoğalıyor. Başka kötü alışkanlıklar edinenler de var. Dini yaşama olan ilgi ve alâka, dünyevi hayata ilgi ve alâkaya dönüşmüş durumda. Dinimizi nasıl güzelce yaşarız diye düşünen yok.
Nasıl köşeyi çabucak döneriz, nasıl lüks hayat yaşarız, nasıl fiziki olarak daha güzel olabiliriz, nasıl gezeriz, nasıl günümüzü gün ederiz diye düşünüp ona göre bir planlama ve hayat tarzı belirliyorlar.
Hedonizm yeniden hortlamış gibi. Herkes dünya lezzetleri için uğraşıyor. Geçici dünya hayatı birinci hedef olmuş. Tabi durum öyle olunca evlenme beklentileri ve kriterleri de değişmiş. Hadislerde bildirilen denk, dindar, ve güzel ahlaklı eş ölçüsü rafa kalkmış. Zamanımızın ölçüsü fiziki güzellik -zaten kozmetik ve estetik sayesinde doğal olmaktan çıkmış- ve para. Hedef bu olunca evliliklerde sıkıntılar da bitmek bilmiyor ve bir çoğu ilk birkaç senede artık boşanmayla sonuçlanıyor.
Bir vakitler Avrupa ülkelerinde boşanmalar çok fazla biz iyiyiz diye avunuyorken, şimdi biz de boşanma konusunda Avrupa’ya yaklaşıyoruz gittikçe. İşte bütün bunları şahit oldukça sormadan edemiyorum:
Biz nerede yanlış yaptık?
Bir aile vardı. Baba her gün içki içiyor ve eşini dövüyordu. Aile çocuklarına kötü örnek oluyordu. Çocuklar büyüdü. İçlerinden birisi babası gibi alkolik olmuştu. Aile çok üzülüyordu. Baba kötü örnek olmuş, annenin ise hiçbir etkisi olmamıştı.
Şimdi şunu soruyorum kendi kendime: Acaba çocuklarımıza gerekli sevgiyi gösteriyor muyuz? Sevgi demek, ilgi ve emek, onlara gereğince zaman ayırmak demektir. Bence sorun burada. Kime sorsak, “evet ben çocuklarımı çok seviyorum” diyecek. Ama sevgi sadece dille söylenen bir şey değil. İlgilenmek ve emek gerek. Bu birinci husus.
İlgi ve emek de sadece çocukların dünyevî ve akademik başarılarına yönelik olmayacak. Onun iyi ahlaklı, vicdanlı, içinde Allah sevgisi ve korkusu olan bir kimse olması için de ciddî çaba sarf edilmesi gerek. Tabi zorbalıkla değil, dinimizi, güzel ahlakı sevdirerek, ibadetleri hikmetleriyle birlikte öğretip şefkatle terbiye edilmesi gerek. Bu da ikinci husus.
Üçüncü husus da şudur: Özellikle insanın karakteri çocukken oluşmaya başladığından nasıl bir insan olacağı bizim onu yetiştirme tarzımıza bağlı. Çocuklarını küçükken tesettüre alıştırmayan, tesettürü öğretmeyen, büyüyünce yapsın diye serbest bırakan ailelerin çocukları büyüdüğü zaman “Neden istediğimiz gibi, bizim gibi tesettürlü birisi olmadı, dindar bir kimse olmadı, nerede yanlış yaptık” diye soruyor. Yanlışın nerede yapıldığı belli değil mi?
Namaz hususunda da aynı durum söz konusu. Küçükken namaza alıştırılmayan bir kimse akıl-baliğ olduktan sonra kolay kolay namaz kılmaz.
Çocuk yalan söylediği zaman bunu iyi bir şeymiş gibi kabul edersek, bu çocuk büyüyünce yalancı ve sahtekar olur çoğunlukla. Çocuk birisinin malına, canına zarar verdiği zaman onun yanlışlığını görüp düzeltmek yerine bir kahraman muamelesi yapılırsa o çocuk yarın mafya olur.
Bir başka husus televizyon meselesi. Televizyondaki dizi filmler ve filmler lağım gibi. Ahlaksızlık ve pislik akıyor çoğundan. Şimdi anne ve babaları dindar olup da çocukları dinden uzak olanlar, çocuklarını televizyonun karşısında serbest bırakan kimselerdir diye düşünüyorum. Bunların insana ne verebileceği gayet açık. Bizim dini ve milli değerlerimize ters, batı tipi ahlaksızlık. Başka bir şey değil.
Yeni yetişen nesil, Z kuşağı nesli. Veya başka bir kuşak. Önemli değil. On sene sonra bu Z kuşağı daha kötü durumda olabilir. Eğer çocuklar küçük yaştan itibaren her türlü tehdit ve tehlikeye açık olan cep telefonuna bağımlı hale getirilmeye devam edilirse nasıl bir nesille karşı karşıya kalacağımızı düşünmek bile istemiyorum.
Çok önemli bir husus da çocukların arkadaşları. Arkadaşlıklar insanı iyiye de kötüye de götürür. İlköğretimden itibaren buna çok dikkat etmek gerekir. Yoksa neslimiz elimizden uçup gider.
İnanç, ibadet ve ahlak bakımından sorunlu, özgüveni tavan yapmış gururlu ve kibirli, başkalarına şefkat ve saygı göstermeyen bencil, egoist, kolaycı bir nesil çıkar karşımıza. Zaten yavaş yavaş da emareleri görülmeye başlandı.
Şimdi kimse suçu şuna buna atmasın. Çocuklarımızdan birinci derecede sorumlu olan biziz. Hepimiz çobanız. Ülke başkanı gittikçe bozulan gençlik için ciddi tedbirler almazsa bundan o sorumlu. Biz de anne-baba olarak bize düşen çobanlık görevini yerine getirmezsek, bunun sorumlusu biziz. Çocuklarımıza iyi çobanlık yapmazsak onları aç kurtlara yem yaparız.
“Çok para kazanalım, keyif edelim” derken ihmal ettiğimiz çocuklarımız daha bu dünyada başımıza bela olur, toplumun ve kendisinin huzurunu kaçırır. Demem o ki, yarın biz de “Biz nerede yanlış yaptık?” demek istemiyorsak şimdiden çocuklarımıza sahip çıkalım. Onları kurda kuşa, cep telefonuna ve telefon oyunlarına yem etmeyelim.