Kendisini tabiiyyun grubuna dahil eden (Tabiiyyun, herşeyi tabiatın yarattığına inanan grub) ve panteizme inandığını söyleyen ODTÜ’den emekli felsefe profesörü Yasin Ceylan Haber Türk’ün kendisiyle yaptığı röportajda şu iddialarda da bulunuyor:
“İlkokullarda bile mescit düşünülüyor. İlkokuldaki çocuğun namaza yönlendirilmesi doğru değildir. İlkokuldaki çocuk büyüme ve etrafını anlama çağındadır. “Bir Tanrı var, seni sürekli gözetliyor. Sağında solunda melekler var” gibi bilgileri vermek ona zarar verir. Ondan sonra, teneffüste oynamak isteyen çocuk gidip namaz kılacak. Daha akil baliğ olmamış. Kendisi büyüsün, namazı niyazı o seçsin. Biz nasıl bir insan istiyoruz, buna karar vermek gerekir. Dindar bir insan mı istiyoruz? Başarılı bir insan istiyoruz. “
Sayın Ceylan’ın bu ifadeleri onun dinden, dindarlardan ve insanların dinini öğrenmesinden çok rahatsız olduğunu gösteriyor. Durum ve gerçekler hiç de sayın profesörün iddiâ ettiği gibi değildir. Çocukları yedi yaşından itibaren namaza alıştırılması Hz. Muhammed’in tavsiyesidir.
Namaz Allah’ı hatırlamaktır. Namaz verilen nimetlere yapılan en önemli şükür görevlerinin başında gelir. Çocuk kendisine şeker verene teşekkür etmeyi öğrenecek, ama bu bu hayatı verene ve her şeyi ihsan edene bir hiçbir karşılık vermeyecek, teşekkür anlamına gelen namaz ibadetini yapmayacak? Bu çok büyük bir çelişki değil mi?
Tabii bunu dile getiren kişinin dinle alakası olmazsa bu onun açısından gayet normal. Bir müslüman için ise namaz hayatın olmazsa olmaz bir parçasıdır. Bir çocuğun Allah’ın insanı gördüğünü bilmesi, meleklere inanması onun için zararı olmayan, hayatı anlamasına ve anlamlandırmasına yardımcı olan hususlardır. İnsana sorumluluk duygusunu aşılar bu inançlar. Beni gören ve yaptıklarını kaydeden bir güç varsa, ben de hareket ve davranışlarıma dikkat ederim.
Din Kültürü dersi ilkokul dördüncü sınıfta var. Bu sınıfta olan bir öğrenciye dinin temel esaslarının basit bir şekilde öğretilmesi gayet normaldir. Ortaokulda göreceği din kültürü dersine bir hazırlıktır.
İlkokul dördüncü sınıf öğrencisi hiçbir şeyin kendi kendine olamayacağını anlama yaşındadır ki, bir hayli zor olan matematik dersi görüyorlar. Elindeki kalemin, okuduğu okulun nasıl bir yapanı varsa, kendisinin de, bu evrenin de, gördüğü bütün varlıkların da bir yaratanı vardır. Bunu o yaştaki bir öğrenci çok kolay bir şekilde anlar.
İlkokulda öğretilen bilgilerin çocuğa zararı değil, faydası olacaktır. Çünkü insan yalnızca bedenden oluşmuyor. İnsanın ruhu da var. Manevi yönü de var. Aklı da var, kalbi de var. Bunun da yavaş yavaş öğrenilmesi gerekir. Bütün bunlar çocukların yaşına göre çok kolay bir şekilde öğretilir. Zaten ilkokul dördüncü sınıf müfredatına göre öğrencilere temel inanç esasları kısaca verildikten sonra peygamberimiz hayatı, bazı basit dualar, anne-babaya saygı ve sevgi ve selamlaşma gibi çok faydalı hususlar öğretilir. Bunların hepsi de gelecekte olgun bir insan olacak, bir anne ya da baba olacak çocuklar için çok değerli bilgilerdir.
Namazı büyüyünce kendisini tercih eder düşüncesine katılmak mümkün değildir. Namaz ve oruç gibi ibadetler küçük yaşta öğretilir, çocuğun alışkanlık kazanması sağlanır. Ağaç yaşken eğilir. Küçükken namaz kılmayı öğrenmeyen ve buna alışmayan bir kimse büyüyünce bu namazı kolay kolay kılamaz. Bunun etrafımızda çok örnekleri var.
Sayın profesörün dindar değil, başarılı insan yetiştirmek gerektiği ile ilgili düşüncesine de katılmamız mümkün değildir. İslam’ın hedefi hem dindar hem de başarılı nesiller yetiştirmektir. Dindar olmak, sorumluluk duygusuna sahip olmaktır. Allah’a ve ahirete inanan, Allah’ın ahirette yapılan davranışların hesabını soracağını bilen bir insan, sahtekarlık yapıp doktor olmadığı halde kendisini doktor olarak tanıtıp insanların sağlıklarıyla oynar mı? Devleti dolandırır mı?
Kul hakkının Allah tarafından affedilmeyen bir günah olduğunu bilen bir insan, tüyü bitmedik yetimlerin hakkını yer mi? Boğazından haram lokma geçirir mi? Dini sorumluluklarını bilmeden eğitilen nice başarılı dediğimiz kimseler var ki, gözlerini para hırsı bürümüştür. Nasıl yaparız da insanları kandırırız, devleti dolandırırız, servetimizi arttırırız diye düşünüp bunun yollarını arıyor.
Sayın Ceylan’ın şu değerlendirmelerine de katılmamız asla mümkün değildir:
“İslam’ın söylediğinin de tam tersi bir toplum oluşuyorsa, buna inananlar ve bu metinle insanların icraatının arasındaki boşluğu doldurmayanlar bundan sorumludur. Bir inanç sistemi var, bir grup insan var. Onlar bir sürü kötülük icra ediyorlar ama onların inançlarına baktığımızda pek kötülük görünmüyor. Bunda yine o inanç sistemi sorumludur. Büyük iyilikleri, dürüstlüğü ortaya koyan bir metin ve o metni temel olarak kabul eden insanlar bunun tam tersini yapıyorsa, o metni ne yapacağız? Övecek miyiz, eleştirecek miyiz? “O metin, bir şekilde insanların eylemlerine yansımıyorsa onun bir anlamı yoktur” diyorum.”
Sayın profesör! İslam iki dünya hayatını da mutlu etmek için prensipler, ibadet ve ahlakî kurallar getirmiştir. Şimdi bir insan, Müslümanım dediği halde bu prensipleri uygulamıyorsa, neden suç İslam’da ve Kur’anda olsun? Suçlu suçu işleyendir. Bu mantığa göre doktor reçeteyi vermiş. Ama hasta reçeteyi uygulamıyor. Hastalığı daha da artıyor. O zaman suç, reçetede mi? Suç reçeteyi yazan doktorda mı? Yoksa reçetedeki ilacı alıp da kullanmayan hastada mı?
İnsanların bir çoğu trafik kurallarına uymuyor diye, bu kurallar yanlıştır, bunlar çöpe atılmalı demenin mantığı var mı acaba?
Bu yüzden aklı başında bir insanın, dine düşman olmayan bir insanın sayın Ceylan gibi düşünmesi mümkün değildir. Burada yapılması gereken şey, kurallara uymayanlar varsa suçu kurallara ve inançlara bağlamak değil, o kurullara ve esaslara uymayan insanları güzel bir şekilde eğitmektir.
Bunun için Bediüzzaman 20. asrın başlarında eğitimle ilgili yaptığı bir teklifte din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulmasını gerekli görmüştür. Ona göre sadece din ilimlerini öğrenmek insanda taassup meydana getirir ve birçok ilmi gelişmelere karşı çıkan kişilerin yetişmesine sebep olur. yalnızca fen ilimlerini okuyan insanlar da hileci ve şüpheci olurlar. İkisi birlikte okunursa dinin verdiği sorumluluk duygusu insanı hileci ve şüpheci olmaktan kurtarır. Fen bilimleri de kişiyi bağnaz olmaktan uzaklaştırır. Keşke din ve fen ilimleri dengeli ve gerektiği gibi okutulsa.