Son dönemlerin en büyük ve en önemli Müceddidi Bediüzzaman Said Nursi, sosyal ve siyasi hayatla ilgili prensipleri ihtiva eden Münazarat isimli eserinde çok önemli bir hususa dikkat çekiyor ve şöyle diyor:
"Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz.”
Bediüzzaman’ın bu ifadeleri Bakara suresindeki şu ayetin tefsiri mahiyetintedir:
“Onlara “Yeryüzünde fesat çıkarmayın, düzeni bozmayın” denildiğinde, “Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz” derler.”(Bakara Sure, 2/11) Bir sonraki ayette ise şöyle buyrulur: “Biline ki, gerçekten düzeni bozanlar, fesat çıkaranlar onların ta kendileridir, ama farkında olmuyorlar.”
İfsad, Allah’ın emirlerini yapmamak, yasaklarını çiğnemek ve başka insanları da Allah’ın emirlerinden uzaklaşmaya, yasaklarını çiğnemeye davet etmektir. Bunu yaparken de kendisine göre güzel ve iyi bir şey yaptığını yani ıslah ettiğini zannetmektir.
Herkesin iyilik yapma ve kötülük yapma ölçüsü farklı olabilir. Herkesin elindeki mihenk taşı aynı olmayabiliriz. Bir Müslümanın mihenk taşı, Kur’an, Sünnet ve bu hikmet sahibi akıldır. Akıl da Kur’an ve sünnete göre düşünmeye sebep olur. istikameti bulmaya, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaya yarar.
Biz, bir kimsenin insanları iyi yola mı, kötü yola mı sevk ettiğini anlamak için Kur’an ve sünnetin prensiplerine bakarız. Bu prensiplere uygunsa iyi olarak, uygun değilse kötü olarak değerlendiririz.
Burada önemli olan bir husus, bazı insanların suret-i haktan görünmesidir. Kiminin suret-i haktan, kimin gerçekten haktan göründüğü ancak İslam’ın mihenk taşıyla anlaşılacak bir husustur.
Şimdi bir düşünelim: Allahu Ekber diye ezan okumayı yasaklayan tek parti zihniyeti, bunun yerine “Tanrı Uludur” diye ezan okunmasını emrederken ve bunu da zorla, zorbalıkla uygularken, bu toplumu kendi inandığı Kemalist değerlere göre “ıslah” ettiğini düşünüyordu elbette.
Kur’an öğrenmeyi yasaklarken, Kur’an öğrenmeye çalışanlara zulmederken “ıslah edici” olarak gözüküyordu.
Ahlaksızlığı ahlak diye yaymaya çalışırken, toplumu İslam’dan uzaklaştırmak için eğitim sistemini değiştirirken hep “ıslah” ettiğini düşünüyordu.
Fatih Sultan Mehmet tarafından fethin sembolü olarak camiye dönüştürülen Ayasofya’nın 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararnamesiyle müze dönüştürülmesi de, elbette sözün ona “bir ıslah” hareketiydi.
Hatta Kemalizmin fikir babalarından Abdullah Cevdet tarafından Hollanda’dan damızlık erkek ithal edilip Türkiye Cumhuriyeti İnsanın daha gürbüz olmasının sağlanması teklifi bile bu “ıslah” çerçevesinde gündeme gelmişti.
Harf devrimi, şapka devrimi milleti hep “ıslah” içindi. Bütün bunları yapanlar, Bediüzzaman'ın Şualar isimli eserinden ödünç alarak söyleyecek olursak, “istibdad-ı mutlaka “Cumhuriyet” nâmı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka “medeniyet” ismi vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye “kanun” ismini takmakla” icraatlarını gerçekleştiriyorlardı.
Bu tek parti zihniyeti çok partili döneme geçtikten sonra bir şekilde iktidara geldiğinde yine dindarları rahatsız edici bir çok icraatlar yapmıştır. İmam hatip liselerini ve Kur’an Kurslarını kapatmak bunların ilk icraatlarından olmuştur. Şimdi de gençlerin, çocukların Kur’an öğrenmelerini, dinlerini öğrenmelerini istemeyenler, bu aynı resmi ideolojinin kalıntılarından başka bir şey değildir.