Bir arabesk şarkı şöyle söyler:
Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime
"Allah'ım, bu dünyaya ben niye geldim?"
Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime
"Ya Rabb'im, bu dünyaya ben niye geldim?
Bu soruyu aklı sarhoş olmayan herkes sorar kendi kendine. Eğer yalnızca aklı kutsallaştırmışsa akıl tek başına buna cevap veremez. Bilimi kutsallaştırmışsa bilim de bu sorunun cevabını veremez. Bu sorunun cevabını din verir, en son gönderilen İslam dini verir. Dinimize göre insan her şeyden önce dünyaya gelmemiştir; gönderilmiştir. Hiçbir şeyin tesadüfen oluşmadığı dünyada insan da kendi kendine oluşamaz.
İnsanın yaşamak için gönderildiği dünya, yaşama çok uygun ve elverişli bir hale getirilmiştir. Akıllı bir insan bunu görür ve sorar: Bu dünyayı canlıların ve insanın yaşamına elverişli hale getiren birisi olmalı. Her şeyi planlayan, her şeye gücü yeten birisi. Bu güneş hayat için olmazsa olmaz bir şattır. Hava da öyle, su da öyle, toprak da aynı şekilde.
Dünya dönmese, mevsimler oluşturulmasa yaşam olmaz ve devam etmez. O halde dünyayı döndüren, yazı-kışı birbiri peşi sıra getiren bir Zat olmalı. Akıl O Zatın kim olduğunu, adının ne olduğunu bilemez. Akla İslam dini yardım eder. İslam, gökleri ve yeri yaratanın, her şeyi insana uygun yaratanın Allah olduğunu hatırlatır insana.
O halde bu dünyaya gönderiliş sebebimiz, yaratıcımızın kim olduğunu bilmektir. Kainat kitabı bize Rabbimizi tanıtır. Rabbimizi tanımak sevgiye, sevgi de Allah’a kulluk yapmaya sevk eder.
Rabbini tanıyarak imanı tahkiki hale gelen bir insan ise, bu dünyanın bir amaç değil araç olduğunu fark eder. bu yüzden kalbini bağlamaz dünyaya. Varlık sevindirmez, yokluk da hüzün vermez kalbine. Dünya ve dünyalık peşinde hırsla koşmaz.
Hırs midesinin asla doymayacağını bilir Nebevî hadislerin rehberliğinde. Doymaz insanın hır midesi bir vadisi dolusu altını olsa. İkincisini, üçüncüsünü ister hep. Gözünü ancak toprak doyurur ademoğlunun. Bir avuç toprak.
Rabbini tanıyan kimse bir sınav için gönderildiğinin de bilincinde olur. akıl verilmiştir insana çünkü. İrade verilmiştir, sayısız duygular ve yetenekler verilmiştir. Bütün bunlara sahip olanların, bunlara sahip olmayanlardan bir farklı vardır: sınav. İyi bir kişi mi olacak insan, kötü bir kişi mi?
Allah’a mı kulluk yapacak yoksa, kullara mı, paraya mı, nefse mi, güzelliğe mi, kadına mı, erkeğe mi? Neye kulluk yapacak? Sınav bunların ortaya çıkması içindir zaten.
Sınav biter ölüm kapıyı çalınca. İnsan artık sonucu görecektir. Sonuç insanın tekrar diriltilmesinden sonra ortaya çıkacaktır. Ya kazacağız, ya kaybedeceğiz. Bu sebeple Allah’a iman etmek, Allah’ı tanımak, sınav sonuçlarının görüleceği ahirete inanmayı da gerekli kılar.
O halde diyebiliriz ki hayat, başta tevhid olmak üzere iman esaslarına inanmak ve inancının gereğini yapmakla bir anlam kazanır. İman nuru insanın aklını, kalbini aydınlatır, evreni aydınlatır.
Kendi hayatının anlamını bulunan bir kimse, varlıkların da bir amaçları olduğunu düşünür. Varlıklar da birer alemdir, Allah’ın varlığını, birliğini gösteren birer alamet ve işarettir. Böylece insan varlıkların sırrını çözer. Bu iman nurunu elde edemeyenler ise, ateizm, deizm, pozitivizm karanlıklarında yolunu kaybeder, korku ve endişe içinde yaşar.