Son dönemin önemli alimlerinden olan Said Nursi’nin kendine has çok orijinal cümleleri var. Bunlardan birisi de şu cümle: “Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenâsi edilse, ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.”
Said Nursî hedef, amaç ya da yalnızca gaye kelimelerini kullanmıyor da, aynı anlamı ifade etmek için “gaye-i hayal” tamlamasını kullanıyor.
İnsanın hizmetine verilen manevî cihazlardan birisi de hayaldir. Hayal bir sinemaya benzetiliyor genellikle. İnsan öyle bir gaye sahibi olacak ki, o gayeyi her zamanda hayalinde iradesiyle canlandıracak. Çünkü insan iradesiyle hayalinde en büyük hedefi canlandırmazsa, bu defa hayal, irade dışı saçma sapan, insanı oyalayacak bazen de yanlış yollara sevk edecek şeylerle meşgul eder.
Yüce Allah’ın insana verdiği maddî ve manevî cihazları yaratılış hedefleri doğrultusunda kullanmalıyız. Eğer işin içine başka hedefler girerse, o zaman bize emanet edilen bu önemli cihazı kötüye kullanmış oluruz.
Peki hayalimizin asıl amacı ne olmalı, hayalimizde her zaman nasıl bir şey olmalı ki, biz onu doğru kullanmış olalım ve yanlış kullanmaktan uzak duralım?
Sözler kitabında yer alan 23. Söz’ün ikinci Mebhas’ının İkinci Nüktesinde Said Nursî, insanın manevî cihazlarını nasıl kullanması gerektiğini izah ediyor. Ona göre Yüce Allah insanın mahiyetine kudretten önemli cihazlar ve kaderden kıymetli programları emanet olarak koymuştur. İnsan eğer dünyevî hayatın toprağı altında o manevî cihazları “nefsin hevesatına” sarf etse o zaman o cihazlar cüz’î bir lezzet için kısa bir ömürde, dar bir yerde, sıkıntılı bir halde çürür, manevî sorumluluğu da insanın bedbaht ruhuna yükler ve şu dünyadan göçüp gider.
Demek ki, insan eğer niçin dünyaya geldiğinin farkında olmazsa, kendisine verilen manevî cihazların veriliş maksadını kavramazsa, o zaman o cihazları kötülükleri isteyen nefsin isteklerine uygun bir şekilde kullanır ve bunun da cezasını sonunda çeker.
Fakat o kabiliyet çekirdeklerini, islamiyetin suyu, imanın ışığıyla ve kulluk toprağı altında terbiye eder, Kur’an’ın emirlerine uyup manevî cihazlarını “hakikî gayelerine” yöneltirse, o zaman o cihazları cennette hadsiz nimetlere vesile olacak cihazlara dönüştürmüş olacaktır. Said Nursî bu izahları yaptıktan sonra, insanın gerçek terakkisinin nasıl olması gerektiğine temas ediyor.
Ona göre gerçek terakkî; insana verilen kalp, sır, ruh, akıl hattâ hayal ve diğer kuvvelerin yüzlerini ebedî hayata çevirerek her birisi kendine lâyık hususî bir kulluk vazifesiyle meşgul olmaktır. Eğer insan böyle yapmayıp da bu latife ve cihazların yönlerini dünyaya çevirse ve bunları nefs-i emmârenin hizmetine sunsa, o zaman bu bir terakkî ve ilerleme değil, gerilemedir, düşüştür.
O halde diğer cihazlar ve latifler gibi hayalin de yüzünü ebedî hayata çevirmek gerekir. Hayalini ahiret hedefiyle, ebedî hayatı kazanma amacıyla meşgul etmezse, dünyevî, süflî, geçici amaçlarla meşgul eder, kötülükleri isteyen nefsin kölesi durumuna getirmiş olur.
İlk cümleyi tekrar hatırlalayalım: Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenâsi edilse, ezhan enelere dönüp etrafında gezerler.”
Öyleyse insanın hayali, her zaman ebedî hayat gayesi ve amacı olacak. Bu cümlelerden anladığım kadarıyla insan Kur’an’ın tasvir ettiği şekilde cennet ve cehennemi hayalinde canlı tutacak. Nefis kötülük yaptırmaya çalıştığında cehennem filmini oynatacak ve o kötülükten vazgeçecek. İyilik yapacağı zaman da Allah rızasını kazandığı takdirde O’nun merhametiyle gideceği ebedî cennet sahnelerini hayalinde canlandıracak.
İnsan eğer bunu unutur veya unutur gibi yaparsa, o zaman zihin denilen akıl insanı, eneye hizmet ettirecektir. Ene burada inanca ve kulluğa isyan eden Firavun ve Nemrut gibi şahısları temsil etmektedir. Bu yüzden hayaline ebedi hayat gayesini koymayan kimselerin firavunlaşma, nemrutlaşma tehlikesi bulunmaktadır. Nemrutlaşan ve firavunlaşan nefis ise zıvanadan çıkmış nefistir. Bu nefis, kendi menfaatinden, uğursuz haz ve lezzetinden başka hiçbir şeyi düşünmez ve hayal etmez. Bu yüzden bu önemli hayal cihazını da nefsanî ve dünyevî şeyler için kullanır. Firavunlaşan nefsin de hayalinin bir gayesi vardır. O da Allah’a ve mukaddeslere isyan etmek, hedonist bir hayat yaşamak ve hayalinde bunlara göre sahneler oynatmaktadır.
Herkes kendisine sormalı: Benim hayalimin gayesi nedir? Acaba hayalimi ebedî hayatı kazanmak için mi kullanıyorum, yoksa nefsanî ve dünyevî geçici uğursuz hazları elde etmek için mi?
Hayalimizin gayesini ebedî hayata çevirmek için şu ayeti de hayalimizin bir köşesinde muhafaza edelim: “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!”(Kıyamet Suresi, ayet 36)
Ve aklımız dünyevî geçici hazlar peşinde koşmaktan sarhoş olmadığı, ayık olduğu bir zamanda ona şu soruyu soralım: ebedî hayatı mı, yoksa geçici hayatı mı istersin?