Spor yapmayı severim. Beni tanıyanlar tanır, öğrenciyken İmam Hatip Lisesi basketbol takımını yenen başka bir lise olmamıştı. Takımı hem çalıştırıyor, hem oynuyordum. Ancak üniversiteye gittiğimde rahmetli babamın tavsiyesine uyarak basket oynamayı bıraktım. Profesyonel bir basketçi olabilirdim ama ben okumayı ve ilim yolunda ilerlemeyi tercih ettim.
Bu sebeple spor seyirciliğini pek sevmem. 60 yıllık ömrümde iki defa stadyumda maça gittim. Birisi liseyi okuduğum şehirde 15-16 yaşlarında iken. Ama iki takımın taraftarları birbirlerine ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Bir daha stadyuma gitmemeye karar verdim.
İkincisi ise üniversiteyi bitirdikten sonra İstanbul Ali Sami Yen stadyumunda birinci lig maçlarından birisiydi. Maç esnasında çok büyük bir pankart asılmıştı ve “……….. takımı sana tapıyoruz biz” yazıyordu. Anladım ki bu futbol fanatikliği işi “ibadete kadar” götürebiliyordu.
Şu kadar var ki, futbol takım oyunu olduğu için iyi yardımlaşmanın insanı galibiyete götüreceğini öğretir. Eskiden beri dünya kupası maçlarının zaman zaman çeyrek final, yarı final ve final maçlarını tam olmasa da izlerim. İzlediğim zaman da kendime göre dersler çıkarırım.
Mesela galibiyeti garanti gibi görünen ve çeyrek finalde elenen Brezilya gibi takımlarda bireysel yetenekler daha ön plana çıkmıştı.
Takım olarak oynanan bir maçta bireysellik ikinci plana itilmeli. Bireysellik bir nevi bencilliktir. Enaniyetin tavan yapmasıdır. “ben gözükeyim. Ben daha ünlü olayım, ben yıldız olayım” düşüncesinin bir yansımasıdır.
İnsanın toplum hayatındaki yaşamı da aynı bir futbol maçına benziyor. Toplum hayatı bireysellik ve bencilliği kaldırmaz. Aynı takımın futbolcularıyız biz. Toplum takımını başarıya ulaştırmak için çatışmayı değil, yardımlaşmayı esas almalıyız. Toplumların huzur ve mutluluğu enaniyeti zirveye çıkmış insanların ön plana çıkmasıyla, sadece kendini düşünen kimselerin çoğalmasıyla yerle bir olur.
Bu yüzden mütevazi olmak, toplum takımının başarıyla ulaşması için çalışmak huzur ve mutluluğun kaynağıdır. Bireysel hareket edenler sadece kendilerinin değil, toplumun da üzülmesine sebep olurlar.
Bir başka husus da Fas Milli Takımının sergilediği güzellik. Müslüman olan Faslı oyuncular, dünyaya bir futbol maçı vesilesiyle davranışlarıyla çok güzel mesajlar verdiler. Penaltılar öncesinde Fatiha Suresi’ni okudular. Her galip gelişlerinde secdeye kapanıp Allah’a şükrettiler.
Futbolcuları ilahlaştıran futbol fanatikliğine, futbolu bir ibadet haline getirenlere, secdenin, Fatiha Suresi’nin ne olduğunu bilmeyenlere, dünyadaki milyarlarca insanlara davranışlarıyla örnek oldular.
Ne kadar ince, ne kadar anlamlı bir davranış bu. Galibiyet alınca Allah’a şükretmeleri, O’na secde etmeleri herkesin aklına Allah’ı getirdi. O Allah ki, futbol oynayan insanı da, seyirciyi de yaratan, ona top oynayacak ayak, düşünecek akıl veren, her türlü nimeti ihsan edendir.
Hepimize, herkese, yeni teknolojik oyuncaklarıyla Allah’ı unutturan bu çağın insanına Allah’ı hatırlattılar. Buna çok ihtiyacımız vardı insanlık olarak. Zenginlik ve şöhretin zirvesine çıkınca Allah’ı unutmamak. İşte en büyük hayat dersi.
Futbol da dine hizmet eder mi? Eder. İşte futbol tarihinde ilk defa şahit olduğumuz bu güzel kulluk bilinci davranışı dileriz onları izleyen gençlerimize çok güzel örnek olur.
Bu kadar bencilleşen ve bireyselleşen bir dünyada bize Allah’ı hatırlattığınız için teşekkürler size Fas Milli Takımının mütevazi oyuncuları.