Dünyaya gönderilen hiç kimse kendi vatanını, anne-babasını, rengini, dilini seçerek gelmiyor. Herkes ilahi takdir gereği farklı bir ırka, renge, dile sahip olarak gönderiliyor. Dil, renk, ırk gibi hususlar insanların, toplumların üstünlüğü için bir ölçü değil. Beyaz, sarı, kızıl derili olanlar da insan. Aynı özellikleri taşıyor bütün insanlar.
Herkesin iki eli, iki gözü, iki ayağı bir kalbi, bir dili var. Bu durumda üstün ırk, baskın ırk, güçlü ırk düşüncesi nereden kaynaklanıyor? Tabii iki insanların kendileri hakkında oluşturdukları ve uydurdukları algılardan.
Kendi özelliklerinin daha üstün olduğu fikrine inanan toplumlar, diğer ırklarla daima çatışma halinde olur. Daha aşağı gördüğü farklı ırklara mensup olan insanları yok etmeyi, onların imkanlarını gasp etmeyi bir amaç haline getirir. Irkçılık fikrinin yaygınlaşması çatışma potansiyelini zirveye çıkarır.
Batı dünyasının sinsi üst aklı ırkçılık, milliyetçilik fikrini Said Nursi’nin ifadesiyle “freng illeti” olarak Müslüman ülkelere bulaştırmış. Bu hastalığın mikrobunu farklı etnik gruplara mensup Osmanlı himayesindeki toplulukların içine atmış, bu mikrobun yayılması için de çok çaba sarf etmiştir.
19. Asrın sonları, 20. Asrın başlarında etnik gruplar farklı ülkeler olarak ortaya çıkmış. Dünyada denge unsuru olan Osmanlı devleti de tarihe karışmıştır.
Araplarda kabilecilik de ön planda olduğundan küçük küçük kabile devletleri kurdurulmuştur. Bunların birbirleriyle hiç anlaşamadıklarını dünya alem biliyor.
Türkiye ise ilk kuruluşunda ırkçılık temeli üzerine bina edilmiştir. Bütün etnik grupların Türk olduğu gibi saçma sapan teoriler ortaya atılmıştır. Dini İslam olan bir Osmanlı küçültülerek laik adı altında dinsiz bir devlete dönüştürülmüştür. Irkçılık ve dinsizlik, dindar olanlara ve farklı ırktan olanlara ölüm ve sürgün getirmiştir.
Dersim, Menemen gibi büyük zulüm kokan hadiseleri, Şeyh Said İsyanı bahane edilerek yerinden yurdundan edilen Kürt alimleri ve kanaat önderlerini düşündüğünüzde ırkçılık ve dinsizlik üzerine inşa edilen bir devletin ne büyük haksızlıklar yaptığı açık olarak ortaya çıkar.
Bir taraftan komşumuz olan ama aynı zamanda aynı dine mensup olduğumuz Arapların düşman olduğu algısı, diğer taraftan içimizdeki etnik gruplara karşı kışkırtıcı söylem ve eylemler, ülkemizin yerinde saymasının en büyük sebepleri arasında yer almıştır.
1980 öncesinde Ermeni terörü, 1980 sonrasında ihtilalcilerin kasıtlı kışkırtma ve eylemleri sonucu gelişme zemini bulan PKK terörüne dönüşmüştür. Devlet aklının son 20 senedir olumlu yaklaşımlarından ve kararlı adımlarıyla, özellikle de 15 Temmuz hain darbe girişimin milletimiz tarafından akim bırakılmasından sonra terör içerde bitme noktasına gelmiştir. Ancak terör örgütleri İsrail, Amerika ve Avrupa ülkeleri gibi bazı emperyalist ülkelerin taşeronu olduğundan dolayı destek görmeye devam etmektedir. Dost görünen Amerika gibi ülkeler artık açıkça terörü çeşitli isimler altında desteklediklerini ilan etmektedirler.
Bu ülkelerin Türkiye’de özellikle Kürtler ve Türkler arasında bir problem varmış imajı ve algısı oluşturarak Kürt kardeşlerimizi Türk kardeşlerimize karşı kışkırtma, kaos çıkarma, birlik ve beraberliğimizi baltalama gibi kötü amaçlar peşinde koştukları kesin. Asıl gaye ülkemizi zayıflatmak, sonra parçalamak ve ardından da yutmaktır. Taktik hep aynı: böl, parçala yut.
Artık eski günler geride kalmıştır. Allah’ın izniyle sinsi üst aklın “böl, parçala, yut” taktikleri tutmayacaktır. Bu ülkede yaşayanlar hangi etnik gruba mensup olurlarsa olsunlar, aynı hak ve özgürlüklere sahiptir. Fırsat eşitliği herkes için aynıdır. Zaten Bu ülkede Türklerden sonra en büyük nüfusa sahip olanlar da Kürt kardeşlerimizdir. Bizi kardeş yapan aynı Allah’a ibadet etmemiz, aynı dine mensup olmamız, aynı vatanda yaşamamızdır. Üstelik ırklar da artık birbirine karışmıştır. Türkler, Kürtler ve Araplar arasında evlilikler bir hayli fazladır.
Bu sebeple etnik ayrımcılık kışkırtmaları, bizim bu kardeşliğimizi asla bozamayacaktır. Bu vatan hepimizin. Bu vatanı kalkındırmak da, korumak da hepimizin görevi.