Zamanın ve hayatın getirdikleri ile ilmek ilmek işlenir insanoğlu.. Zamanla ince motifler, değerli antika eserlere benzer dönüp duran devranın içinde insan.
Kesilip biçilmiş, oyulup yontulmuş bir sanat eseri olur son demlerinde.
Acılı, sancılı bir süreçle beraber "işte vakit girdi"nin gereğini yapan, yapması gerekene boyun eğen eğdiği kadar içten içe dönüşürken acının içindeki huzura, yokluğun içindeki varlığa ulaşır insan.
Şu durum nasıl anlatılıyor Risale-i Nurlarlarda..
"Yağmursuzluk, bu çeşit dua ve namazın vaktidir, illeti ve hikmeti değil. Nasıl ki güneş ve ayın tutulması zamanında küsuf ve husuf namazı kılınır ve güneşin gurubuyla akşam namazı kılınır; öyle de yağmursuzluk, kuraklık, yağmur namazının ve duasının vaktidir."
Bu hikmetten ilerlersek, güneş doğsun diye küsuf ve husuf namazı kılmıyoruz..
Peki neden kılıyoruz?
İnce sır burada, Cenab-ı Allah’ı olup bitenlerde anlamak ve Allah'ı anmak için namaz kılıyoruz. Gücüne, yardımına muhtaç olduğumuzu ifade etmek için namaz kılıyoruz. Bu ibadeti yapmasak da güneş doğacak ancak insan bu ibadet vaktini kaçırmış, o an anlaması gerekeni ıskalamış bilinçsiz kalmış o anın gereğini yapamamış olacak…
Bu anlamda yağmur duasını da, aynı durumu farkedip Allah'ın gücünü ve yalnız ona muhtaçlığımızı ilan etmek için yapıyoruz..
Yağmursuzlukla aslında dua etme vakti girdi diyor ve dua ibadetini yapıyoruz.
Böyle büyük doğa hareketleri ile bize kendini hatırlatıp duaya, yalnız kendine ibadete sevk eden bir anlayış ile hayatı yaşıyor, hiçliğimizin farkında olmak hep zihinde kalmalı.
Peki neden akıldan çıkarılmamalı?
Gündelik işler içinde iken insanoğlu çok yerde gaflet halinde kalabiliyor..
Bolluk bereket, güllük gülistanlık içinde iken Rabbisini unutabiliyor..
Ne zamanki bir tutulma yaşar, tıpkı yağmayan yağmurlar gibi işlerinde kuraklığa düşer, hayatında muhtaç olduklarına ulaşamaz yavaş yavaş alıştıkları elinden alınır, doğmayan güneş parlamayan ay gibi karanlıkta tutulur kalır, işte o an anlar ki vakit girmiştir.
Yağmur duası vaktinin girdiği gibi, husuf küsuf namazı vaktinin girdiği gibi, güneş batınca akşam namazı vakti girdiği gibi İnsanoğlunun Allah’tan dileme, isteme kendi gücünden çıkıp rabbinin gücünü bulma, kendi imkanlarından çıkıp rabbinin ikramlarını görme anlama, sebepleri birbirine bağlama, akletme, düşünme, hayret ile heyecan ile Rabbine boyun eğme vakti girmiştir...
Yoksa dertler altında ezilip kalmak, ümitsizliğe kapılmak, çözüm yolları aramadan kaderine kızmak, başına gelenlerin suçlusunu dışarda aramak kendini kusursuz görmek ile aşılacak bir yol değildir bu yol insan için.
Yağmur duasına çıkan, duanın "vakti girdi" diye duaya durur. Husuf, küsuf namazının "vakti girdi" diye namaza durur.. Bu ibadetler yağmur yağsın, güneş doğsun diye kılınıyor gibi görünse de asıl altta yatan bir itiraf vardır ben güçsüzüm, bulutlara yağmura, güneşe sözüm geçmez. Onlar benim hizmetime verilmiş benim temel ihtiyacımı karşılayan itaatkar vazifelilerdir, bunları bana yardıma koşturan Rabb’i Rahimdir diye mevcudatı yaratanı ve yaratılış gereğini algılamaktır.
Evet an be an "vakit girer…"
Anın içindeki olaylarda aczini ve kudretli olanı bulamazsa, sebep ve sonuçları yaratanın tek olduğunu bilmezse hep aynı şikayetleri yaşar ve vakti kaçırır insanoğlu..