Hayatın olumsuzluklarına odaklı yaşıyoruz. Bu yüzden sürekli endişe içindeyiz. Çünkü doğduğumuz günden itibaren hayatın tehdit ve tehlikelerden oluştuğu anlatılmış bize.
“İşini kış tut” anlayışı, ile hayata bakışımız var. Bu telkinler altında yetişen insanın hayatın olumlu yanlarını görmesi mümkün mü?
Bu döngüyü kırmamız lazım. Aksi halde hayatımız hep kuşkuyla, korkuyla, endişeyle, hesap-kitapla geçecek ve kaygılı yanımızla kışımız hiç bitmeyecek.
Tüm dertler önce korku ile sonra endişe ve kaygı ile devam ediyor.
İşi kış tutarsak, bir hayat boyu karşılaşılabilecek en kötü ihtimale göre yaşamak zorunda kalırız.
Mesela sabah uyanır uyanmaz, “Ya bugün hasta olursam ” diye düşünüp kaygılanırız. Bu tehlikeyi kısmen bertaraf etmek için tedbir alır güne başlarsak ne ala..
Bir de bu hastalık kaygısı ile kapı dışarı çıkmazsak vay başıma gelene. Bugünü kaybetmekle kalmaz yarınları da tehlikeye atarız. Hastalıktan değil ama, belki ataletten can veririz.
İşi abartıp bugun "kaza olursa" dersek aracımıza binemez, “Raydan çıkabilir” diye trenden korkar, “düşebilir” diye uçakla seyahat edemez oluruz bu durumda..
Kötü ihtimalleri istediğiniz kadar çoğaltmanız mümkün. Sonuç olarak iyi ihtimaller de var bu hayatta..
Kar varsa, yaz var bereket var…
Gece varsa, dinlenme var, sonra gündüz var.
Hastalık varsa, sağlık var şifa var.
Kaza varsa, tamir var, tedbir var.
Korku varsa, ferahlık var.
Kıtlık varsa, rızık var bolluk var.
Zarar varsa, kazanç var.
Kavga varsa, barış var.
Ayrılık varsa, kavuşma var.
Bu liste uzatılır sonsuz sayıda.
Önce iyi olana, güzel olana, fayda verene yönlemeli..
Kötü, zararlı, hatalı olan gelirse geldiğinde çözüm arayalım.
Gelmeden dertlenmek, dövülmeden ağlayan şımarık çocuk gibi olmaktır...
“İşini kış tut, yaz çıkarsa bahtına!” dediler bize...
Kışın da bereketi, getirisi, menfaati olduğunu bilelim.
Gecenin örtü, dinlenme, istirahat olduğunu bilelim...
Elimize batan dikenin güldeki şifa verici özelliğini bilelim..
Biz olmayan sorunları varmış gibi yapıp dikkatimizi olmayan sorunları çözmeye odakladığımızdan hayatın güzelliklerini kaçırıyoruz.
Şer gibi görünenlerin aslında hayra hizmet ettiğini bilelim..
Şerlerin hayrın değerini artırdığını bilelim.
Öyle ya nasıl bilecektik hayrın hayır olduğunu şer olmasa idi..
Her şerde bir hayrı bulamazsak her işimizi kışımız gibi hissederiz.
Hayatın sadece olumsuzluklarına göre yaşamayı seçtiğimizde gülün dikeni de var diye gül tarlasını diken tarlası gibi görmeyi ve bize batan dikenlerle uğraşırken gülün kokusunu, asaletini, şifasını, değerini görmeyi kaçırmış oluruz.
Siz siz olun, kendinizi meçhul korkulara (gelecek korkusu buna dâhil) kaptırmayın...
Sizi korkutarak, elinde tutmaya çalışanlara itibar etmeyin..
Hastalıkla, kıtlıkla korkutacaklar..
Bela ile, musibetle korkutacaklar.
Çözüm bende diyecekler.
Ve siz bu korkularla çoktan onlara tutulmuş bağlanmış olacaksınız.
Onlardan şifa, çözüm, çare, kurtuluş ararken, tedbiri, teslimi, tevekkülü, unutunca saadeti kaybetmiş olacaksınız.
Kaybettiğiniz saadeti onlarda aramaya çalışıp kısır döngü ile onların etrafında dönüp duracaksınız.
Birileri de sizin bu durumunuzdan hisse hisse büyüyecek.
Kısa ömrünüzü korkulara teslim etmeyin...
Ha kim mi onlar.. Onları siz bilirsiniz artık..
Geçmiş bir daha gelmeyecek, gelecek ise meçhul bir dünya: Belki her şey bugünkünden çok daha iyi olur. Kötü olacakmış gibi düşünüp neden içimizi karartalım?
Bugünden yarına üzülen, iki kez üzülür. Hem bugüne hem yarına üzüntü duyar..
Unutmayın ki, bugün dünün getirdiğidir. Bugun korkuyorsan bak bakalım, dün seni kim ne ile korkuttu.
Bugününüz iyi ise yarınlar da iyi yoldan gelecektir.
“Tevekkül” tam da bunun için lâzım işte: “Önce tedbir, sonra tevekkül.”
Korkma! Allah bizimle..