İnsanların mutluluk ve başarı arayışına destek olmak başlı başına kişiyi mutlu eden bir durumdur.
Ötekinin mutluluğu ile mutlu olmak insanın doğasında vardır. Bağımlıyızdır kimimiz de bu duruma..
İnsanın imkanları artırılarak, eksikleri verilerek bir yerden sonra mutlu edilemediği fark edildiğinde karşı taraf çoktan nankör ve zalim, iyiliği yapan biz de madur ve mazlum oluvermişinizdir.
Bu döngü pek çoğumuzun hayatında belli aralıklarla sürüp gitmektedir.
Öyle ki, canımıza tak edince bize zalim olanı hayatımızdan uzaklaştırıp kurtulduk deriz.
Sonrası, yeni dostluklar, yeni ihtiyaçlar ile mutlu olmaya kaldığımız yerden devam edeceğimizi zanneder şöyle derin bir nefes alırız... Alırız ama yeni ilişkilerde de aynı zulüm ve nankörlükle karşılaşıp canımız yanmaya başladığında "beni de hep böyleleri buluyor" diye şikayetlenirken duyarız, yardımsever dost canlısı kendimizi.
"Kaderim bu, karşıma kıymet bilmeyenler çıkıyor deriz. Ben çok iyiyim, değerimi bilmeyen insanlar için iyi olmaktan vazgeçecek değilim" derken de belli bir miktar gurur ve övünç ile etiketleyiveririz kendiciğimizi:)
Peki ne kadar sürecek bu döngü.
Hayat boyu biz iyi, ötekiler hep kötü olarak mı yaşayıp duracağız?
Bu durum da bir tuhaflık yok mu sizce?
Evde, ailede, okulda, iş hayatında, akrabalarla ilişkilerde zavallı ben hep zalim ve nankörlük gören mi olacağım?
“İyilikle kötülük bir olamaz. Sen kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki candan bir dost oluvermiştir.
(Fussilet, 34)
Birazda şöyle düşünelim mi?
Küçük çaplı hataları, kötülükleri görmezden gelmek hatta daha iyi olarak ona iyilik dersi vermek, onu mutlu etmeye çabalamak işe yarayabilir. Bu şekilde varsa düşmanlıkları candan bir dostluğa çevirebiliriz. Tabi bu durum zamana yayarak sabır içinde ilerliyor olmalıdır. Allah kalpleri değiştirendir. Niyetimize göre karşılık verendir.
Bununla beraber, hırsıza, katile, iftiracıya, yalancıya, ırz namus can, mal düşmanına yapılacak iyilik başkadır.
Hak ettiği karşılık, hoş görme, affetme iyilik yapmaya devam ediyor olmak değildir.
Haddi aşan durumunu düzeltmesi, ders alması için adalete teslim etmek ona yapılacak iyiliktir. Görmezden gelmek, değişir diye iyiliğe devam etmek haddi aşanlar, hakkı çiğneyenler için bizim gücümüzün yetmediği bir durumdur. Kendimize haksızlık ve kendimize zulümdür.
Hayatın içinde dar dairede başımıza gelen haksızlıklarda, kötülüklerde sürüp duran aynı zararlı davranışlar karşısında ona yaptığımız iyilik artık kötülük olarak bize geri dönmeye başladığında anlamalıyız ki bu zarar veren insana yapmamız gereken iyilik şeklimizin değişmesi gerektiğidir.
Bu, davranış değişikliğimiz o zalim ve nankörün düzelip normale dönmesi için bize düşen geri çekilmek, artık ona mesafe koymak duruma göre ilişkiyi bitirmek "iyi bir davranış" şeklidir..
Ona kızıp şikayet etmek yerine, bizim bu nankörlükle karşılık görmedeki payımızın nerede başladığını farketmemiz gereklidir.
Ancak kendi "iyi olma" halimizin sınırını koruyup nerede başlayıp, nereye kadar sürmesi gerektiğini tespit ederek kendimizi "iyilik yaparak mutlu edeceğim" derken ötekini zalim ve nankör suç işlemeye meyilli yapıyor olduğumuzu görüyor olmak gerekir.
Ötekinin zalimliği benim mazlumluğumla oluşuyor ise bu durum benim iyi olduğumu değil mazlum hali ile kendime gizliden gizliye bir pay veriyor olduğumu ortaya koyuyor.
"Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister..."
Bu hakikat gereği saldırılara maruz kalarak bu döngü sürer gider.
Günün sonun da "bana neler ettiler neler" şikayeti ile aynı döngüyü yaşar dururuz.
O halde şu yöntemi tekrar gözden geçiriyor olmakta fayda vardır.
"Mütekebbirlere karşı tevazu, tezellül zannedildiğinden, tevazu etmemek gerektir.
(Risale-i Nur)