Yaşadığımız asırda en büyük tehlikenin ne kadar farkındayız. Adeta tanrılaştırdığımız sebepler dünyasında yaşıyoruz. Eski asırların putlarının, totemlerin yerini bu asırda sebepler, kişiler aldı...
Sebepperest (sebeplere güvenen) insan elindekileri kaybetme korkusu yaşayarak hayatı zindan ediyor kendine..
Hayatımızda endişelerin olması, kaygılarımızın artması böyle bir sürecin neticesi olarak insanı mahvediyor. İnsanın her şeyi kontrol etme isteği insanı İslam inanışının temeli olan "tevhid" ve "tevekkül" algılayışından uzaklaştırıyor.
İnsan her şeyi kontrol edeceğini zannediyor. Böyle olunca da olaylara bütüncül perspektiften bakamıyor.
Kendi istediği gibi işler gitmediğinde kendini başarısız, yetersiz görüp kendine acıyor kendini değersiz hissediyor.
Oysa bu hayatta olup bitenlerin binde birine bile eli yetişmez insanoğlunun.. Hareket alanı ancak elinin uzandığı kadar bir kapsama alanıdır. Bundan ötesi için muazzam bir sistem işlemektedir. O sistem insan için işliyor. Tüm oluşumlar insan ötesi bir güç ile yaratılıp bu sahaya gönderiliyor..
Varlık ve güç, makam ve mevki insanı mutlu etmiyor. Çünkü bunların hepsi her an geçip gidiyor.
İnsan kendine verilen her şeyin, emanet verildiğini unutmamalı ve bunun böyle olduğuna gerçekten emin olmalı. Emin olmanın yollarını aramalı. İnsan ancak bütüncül, tevhid ve tevekkül bilinci ile hüsrandan kurtulabilir. Acıları kaygıları en aza inebilir.
Olaylara, iyinin ve kötünün yaratıcısının tek bir elden çıktığına inanan kişi herşeyin gerçek sahibini de tanır ve öylece hareket eder. Görünen sebeplerin aracı olduğunu, şifa verenin de, rızık verenin de, iyilik yapanın da, mal mülk mevki verenin de Allah olduğunu ve onları her an geri alabileceğini de peşinen kabul edip daha huzurlu ve kaygı duymadan yaşar. Hayata ve sahibi olduğu şeylere bağlanmadan yaşar. Elinden geleni yapar sonuç için endişe duymaz.
Gerekeni yapmanın rahatlığı ile huzurludur.
Sonuç elde etmeye takılmayan insan özgürdür.
İnsanoğlu ya gerekeni yapınca takıntı derecesinde hırsla sonuç istiyor, elde edemeyince hayal kırıklığı ile hasta oluyor.
Bir grup insan da gerekeni yapmadan sebepleri oluşturmadan hedefe varmak için tembelce bekliyor.
Hayatı ve her şeyi emanet olarak kabul edip sebeplerin gereğini yapan insanın kaybedecek bir şeyi yoktur. Ona korku ve hüzün yoktur.
“Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi” sorgulamasını yapabilen insan şayet o ilk sahibin kim olduğunu bulmuşsa ne malına ne de yanındakilere bağlanmadan hür ve emniyet içinde, huzurlu hayat sürmenin formülünü de bulmuş demektir. Her olay karşısında ve neticesinde buna kendini programlayan insan için dünya bir misafirhanedir. Ve misafirliğin gereğini yapıp daima ev sahibine teşekkür içinde, mahcup, her an kalkıp gidecek duygusuyla hareket edecektir.
O evde kendine ait bir şey olmadığı için kaygılanacağı, korkacağı bir şey de yoktur. Ev sahibi gereğini düşünüp yapmıştır, yapacaktır.
Bu yüzden misafir huzurlu ve kaygısızdır… Zira kaybedeceği bir şey yoktur o evde. Her şey ev Sahibine aittir. Kendisinin olmayan şeyleri gönlünü kaptırmaz misafir.