Bir derya olan Risale-i Nur Külliyatının pek bilinmeyen ve fazlaca dile getirilmeyen bir yönünü nazarınıza sunmak istiyorum. Bediüzzaman hazretlerinin ilk hayatına göz attığımız zaman, Van’da bulunduğu sırada, çok sayıda kitabı okuyarak hafızasına aldığını görürüz. İstanbul hayatında meşhur Şekerci Han’da, İstanbul’da bulunan âlimler ile yaptığı münazaralar esnasında da bu okuma ve hafızasına alma alışkanlıklarının devam ettiğini görmekteyiz. Bediüzzaman hazretlerinin fen ilimleri ve felsefe de dâhil olmak üzere çok kitabı hafızasına aldığı bilinmektedir. Bunun sonucu olarak, matematik ve mantık ile ilgili kitaplar da yazmıştır. Ama ne yazık ki bu kitaplar kaybolup gitmiştir. Aslında bakarsanız bu İslam âlimlerinin bir geleneğidir. İbn-i Sina, Farabi gibi birçok İslam âliminin de fen ilimleriyle çokça meşgul olduğu ve farklı konularda eserler ortaya koyduklarını görmekteyiz.
Risale-i Nur külliyatı esas itibari ile Kuran-ı Kerim’in bu asra bakan bir tefsiridir. Ancak aynı zamanda İslamiyet ile ilgili çok sayıda soru ve iftiranın da cevaplarını içermektedir. Diğer taraftan Risale-i Nur külliyatında İslamiyet’in bilim ve teknolojiye karşı olduğunu iddia edenlere karşı da ikna edici ve delilli cevaplar verilmektedir. Sözler kitabındaki “Yirminci Söz” bu iftiraya verilen çok önemli bir cevaptır. Burada peygamber kıssaları ve mucizeleri ile bilim ve teknolojinin son sınırlarının belirlendiği ayetlerle gösterilmiştir. Risale-i Nur Külliyatının özellikle bu kısmı olmak üzere birçok yerde bilimsel kerametlerin yer aldığı tespit edilmiştir. Bu bilimsel kerametlerin bir kısmıyla ilgili burada açıklamalar yaparak bu noktaya dikkat çekmek ve bir nebze de olsa Risale-i Nur’un şerhine katkı yapmak amaçlamaktayız.
1926 yılında Barla’da yazılan Yirminci Söz’de yer alan bazı ifadelere baktığımızda; televizyon, uydular ve kamera sistemleri ve hatta ışınlama gibi birçok teknolojik gelişimlerin, Kur’an ayetlerinin tefsiriyle, adeta keramet olarak ifade edildiği görmekteyiz. Bunların bir kısmından özet olarak bahsedeceğiz. Bunlardan en önemlisi televizyon ve hatta ışınlamadan haber veren Hazret-i Süleyman’ın (a.s) mucizesi olan şu hadisedir: “Hem meselâ, Hazret-i Süleyman aleyhisselâm taht-ı Belkıs'ı yanına celb etmek için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celp dedi, "Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim"olan hâdise-i harikaya delâlet eden şu âyet:"Semâvî kitapların esrarına vakıf bir âlim, “Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm.” dedi. (Neml Sûresi, 27:40) ilh. işaret ediyor ki, uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten ihzar etmek mümkündür. Demek Cenâb-ı Hakk’a itimat edip Süleyman aleyhisselâmın lisan-ı ismetiyle istediği gibi, o da lisan-ı istidadıyla Cenâb-ı Hak’tan istese ve kavânîn-i âdetine ve inâyetine tevfik-i hareket etse, ona dünya bir şehir hükmüne geçebilir. Demek taht-ı Belkıs Yemen' de iken, Şam' da aynıyla veyahut suretiyle hâzır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleriyle beraber sesleri de işitilmiştir.”(Sözler, Yirminci Söz) Bu ayet-i kerime açık olarak televizyon ve internete işaret ettiği gibi, ışınlamaya da işaret etmektedir. Günümüzde televizyon ve internet artık gündelik hayatımızın bir parçası durumundadır. Işınlama konusunda ise bilim insanları çalışmalarını sürdürmektedirler. Bir molekülün ışınlanması başarılmış durumdadır ama daha alınacak çok yol olduğu görülmektedir.
Risale-i Nur’da, Yirmi Dördüncü Söz’de (1926-1934) yer alan şu paragraf: “Şimdi, sen dahi, ey katre (damla) içine giren hakîm feylesof! Senin katre-i fikrin dürbünüyle, felsefenin merdiveniyle, tâ kamere (ay) kadar terakki ettin, kamere girdin. Bak, kamer kendi zâtında kesafetli, zulümatlıdır. Ne ziyası var, ne hayatı. Senin sa'yin beyhude, ilmin faidesiz gitti. Sen ye'sin zulümâtından ve kimsesizliğin vahşetinden ve ervâh-ı habisenin iz'âcâtından ve o vahşetin dehşetinden şu şartlarla kurtulabilirsin ki: tabiat gecesini terk edip hakikat güneşine teveccüh etsen ve yakînen inansan ki, şu gece nurları gündüz güneşinin ışıklarının gölgeleridir.” (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz) Ay’a çıkılmasını çok güzel bir şekilde tasvir etmektedir. Bu paragraf; insanoğlunun en büyük hayali olan ve günümüzde bu konuda çalışmaların yoğunlaştığı; uzaya gitmek ve orada yerleşim yerleri kurmakla ilgili önemli ipuçları içermektedir. Bir su damlasına benzeyen uzay aracı ile 1969 yılında çıkılan Ay’da hayat bulunamayacağı açık olarak ifade edilmektedir. Ayrıca bu paragrafta, insanoğlunun aya çıkma sebepleri de açıklanmaktadır. Çıkması beklenen bir nükleer dünya savaşında, dünya üzerinde tüm canlıların yok olacağı düşünülerek ayda koloniler kurulmaya çalışıldığı günümüzde bilinmektedir.
Risale-i Nur’da birçok yerde geçen gezegen sayısı ile ilgili kısım da çok ilginçtir. Bu ifadeler kesin bir şekilde Güneş sistemindeki gezegen sayının on iki olduğunu göstermektedir. “Ve on iki seyyareden hiçbir seyyare yıldız yoktur ki, hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle ve intizamlı vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna şehadet ve saltanat-ı ulûhiyetine işaret etmesin.”(Şualar, Üçüncü Şua) Bu risalenin yazıldığı yıllarda Güneş sistemindeki gezegen sayısı yedi olarak biliniyordu. Günümüzde ise, gezegen sayısı ile ilgili olarak bilim dünyası çok farklı şeyler açıklamaktadır. Gezegen sayısı ile ilgili olarak çok farklı sayı ve görüşler ortaya atılmaktadır. On iki rakamından nedense kaçmaya çalışılıyor. Bazı gezegenleri cüce olarak tanımlamak gibi farklı durumlar da ortaya çıkmaktadır. En son gelecekleri nokta 12 gezegen olacaktır. Çünkü Allah’ın kelamından çıkarılan sonuç budur.
Bir başka önemli keramet ise “esir” maddesi ile ilgili olan kısımdır. Yine Bediüzzaman’ın Kur’an ayetlerinin tefsiri ile vardığı bir sonuç da esir maddesidir. Uzay, günümüzde “boşluk” olarak kabul edilir. Ancak Risale-i Nur bu boşluğun esir maddesi ile dolu olduğunu ifade eder. Atomdan çok küçük olan bu esir maddesinin de yedi hâli olduğu ifade edilmektedir. “Fennen ve hikmeten sabittir ki, bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil, belki "esir" dedikleri madde ile doludur. Madde-i esiriye, esir kalmakla beraber, sair maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ve ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tecrübeten sabittir. Evet, nasıl ki buhar, su, buz gibi havâî, mâyi, câmid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de, madde-i esiriyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mâni-i aklî olmadığı gibi, hiçbir itiraza medar olmaz.” (Lem’alar, On İkinci Lem’a) Maddenin; katı sıvı ve gaz olmak üzere üç hali olduğu bilinir. Bu esir maddesi ise varlık ile yokluk arasında gidip gelen ve günümüzde kabul edilen Higgs bozonundan biraz daha latif bir madde olsa gerek. Çünkü günümüzde ışık olayları ile ilgili bilmece henüz çözülmüş değil. Işık olayları iki farklı teori ile ancak açıklanabilmektedir. Burada bir boşluk olduğu görülmektedir ve bu boşluğun da esir maddesi bulunduktan sonra dolacağını söylemek kehanet olmasa gerek.
Güneş ve Güneş sistemi ile ilgili olarak Yirmi Beşinci Söz’de açıklanan kısımda da bir gaz bulutu şeklinde olan Güneş’in kendi ekseni etrafında dönüşünün olduğu ve bu dönüş hareketinin gezegenleri yörüngelerinde tuttuğu ifade edilmektedir. “Ve dikkatli bir hakîme, şu lâm'ı, hem illet mânâsında, hem zarfiyet mânâsında tutturup şöyle ifham eder ki: Sâni-i Hakîm, işlerine esbab-ı zahiriyeyi perde ettiğinden, cazibe-i umumiye namında bir kanun-u İlâhîsiyle, sapan taşları gibi, seyyareleri güneşle bağlamış ve o cazibeyle muhtelif, fakat muntazam hareketle o seyyareleri daire-i hikmetinde döndürüyor ve o cazibeyi tevlit için, güneşin kendi merkezinde hareketini zahirî bir sebep etmiş.” (Sözler, Yirmi Beşinci Söz) Bu bilgi de günümüz de bilinmeyen ve keşfedilmeyi bekleyen bir bilgidir.
Kainatın yaratıcısı olan Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerim görünen ve görünmeyen âlemlerin tamamını içine almaktadır. Bu deryanın bilinmeyenleri bilinenlerinden daha fazladır. Hakikatler hazinesi olan Kelamullah’tan bu asrın âliminin çıkardığı bazı hazineleri bilgimiz ölçüsünde paylaşmaya çalıştık. Burada yazılanların; Risale-i Nur’da yer alan çok sayıda bilimsel kerametlerin sadece bir kısmı olduğunu da ifade etmek gerekir.