Kader değişir mi? Sorusunun cevabı “kader-kazâ-atâ” kavramlarının anlaşılması ile verilebilir. Bu yazıda bu konu Risale-i Nur eksenli olarak ele alınacaktır. Risale-i Nur’da farklı yerlerde geçen ifadelerin sentezlenmesi ile konunun anlaşılmasına çalışılacaktır. En veciz ve açık bir şekilde kader, kazâ ve atânın tanımı şu şekilde yapılmıştır:
“Cenâb-ı Hakk’ın atâ, kazâ ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kazâ kanununu; kazâ da kaderi bozar. Meselâ: Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kazâ demektir. O kararın iptaliyle hükmü kazâdan affetmek, atâ demektir. Evet, yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kazâ kanununun kat'iyetini deler. Kazâ da ok gibi kader kararlarını deler. Demek, atânın kazâya nisbeti, kazânın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kazâ kanununun şümulünden ihraçtır. Kazâ da kader kanununun külliyetinden ihracıdır.”(Mesnevi Nuriye)
Bu ifadeden anlaşılacağı üzere kaderde yazılı olan bir olayın kazâ olmadan hükümden kaldırılması veya oluşumunun ertelenmesi “atâ” olarak ifade edilmiştir. Atâ kanunu ile ilgili bir diğer ifade de Risale-i Nur’da şu şekilde geçmektedir:
“Hadis-i şerifte vârid olmuştur ki "Bazan belâ nâzil oluyor; gelirken karşısına sadaka çıkar, geri çevirir." Şu hadisin sırrı gösteriyor ki, mukadderat, bazı şerâitle vukua gelirken geri kalır. Demek, ehl-i keşfin muttali olduğu mukadderat mutlak olmadığını, belki bazı şerâitle mukayyet bulunduğunu ve o şerâitin vuku bulmamasıyla o hâdise de vukua gelmiyor. Fakat o hâdise, ecel-i muallâk gibi, Levh-i Ezelînin bir nevi defteri hükmünde olan Levh-i Mahv-İsbatta mukadder olarak yazılmıştır. Gayet nadir olarak Levh-i Ezelîye kadar keşif çıkar. Ekseri oraya çıkamıyor.”(Lemalar, 16. Lema)
Bütün bu ifadeler bir araya getirildiğinde kaderde yazılı olan her şeyin vücuda gelmesinin zorunlu olmadığını anlıyoruz. Rumuzat-ı Semaniye Risalesinde geçen şu ifade de bu konuya ışık tutmaktadır:
“Bu hal ise işarettir ki; Cenab- ı Hak sübhanehu ve tealâ, bir Fâil-i Muhtar olup istediğini yapar, irade ettiğine hükmeyler. Hem i'ta eylediği şeye hiçbir şey mani' olmadığı gibi, kazâ ettiği şeye de hiçbir red ve müdahale olamaz. “ (Mesnevi Nuriye BD).
Yani Allah(cc) mutlak irade sahibidir. Diğer taraftan O Kayyûm’dur. Kayyum olan Allah’ın(cc) kainattaki tasarrufu her an devam etmektedir. Lemalar isimli eserde geçen şu ifadeler bu sırrı güzel bir şekilde açıklamaktadır:
“Bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâli Kayyûmdur, yani, bizatihî kâimdir, dâimdir, bâkidir. Bütün eşya O’nunla kâimdir, devam eder ve vücutta kalır, bekâ bulur. Eğer kâinattan bir dakikacık olsun o nisbet-i kayyûmiyet kesilse, kâinat mahvolur.”(Lemalar, 30. Lema)
Yani bazı felsefî fikirlerin iddia ettiği gibi kainatı yarattıktan sonra bir saat gibi kurup kendi haline bırakmamıştır. Kainatın her bir zerresi ve ânı O’nun tasarrrufu altındadır.
“İşte, madem evsâf-ı âliyedeki hakikî lezzet ve hüsün ve saadet ve kemâl, akran ve ezdâda bakmıyor, belki mezâhir ve müteallikatına bakıyor. Elbette, Hayy-ı Kayyûm ve Hannân-ı Mennân ve Rahîm ve Rahmân olan Zât-ı Zülcemâl ve Kemâlin rahmetindeki cemâl ise, merhumlara bakar. Merhametine mazhar olanların, hususan Cennet-i bâkiyede nihayetsiz envâ-ı rahmet ve şefkatine mazhar olanların derece-i saadetlerine ve tena'umlarına ve ferahlarına göre, o Zât-ı Rahmânü'r-Rahîm, Ona lâyık bir tarzda bir muhabbet, bir sevmek gibi, Ona lâyık şuûnâtla tabir edilen ulvî, kudsî, güzel, münezzeh mânâları vardır. "Lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh, mesruriyet-i kudsiye" tabir edilen, izn-i şer'î olmadığından ya da edemediğimiz gayet münezzeh, mukaddes şuûnâtı vardır ki, herbiri, kâinatta gördüğümüz ve mevcudat mâbeyninde hissettiğimiz aşk ve ferah ve mesruriyetten nihayetsiz derecelerde daha yüksek, daha ulvî, daha mukaddes, daha münezzeh olduğunu çok yerlerde ispat etmişiz.”(Sözler, 32. Söz)
Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere Cenab-ı Hakk’ın yukarıda ifade edilen şuunatı gereği olarak kaderde yazılı olan bazı olayları, iptal etmesi veya ertelemesi mümkün olabilmektedir.” Madem Cenab-ı Hakk’ın hoşuna giden amellerin yapılması teşvik edilmektedir. Demek Yaratıcıya has bazı şuunat bulunmaktadır. Bu şuunatın gereği olarak da hoşuna giden bazı ameller “kazâ” hükmünün iptaline ve “atâ” kanunun hükmünü icra etmesine sebep olabilmektedir.
Sonuç olarak; kazâ-kader-atâ meselesinin anlaşılabilmesi “kayyûmiyet”, ” şuûnât-ı İlâhiyeye” ve “meşiet-i ilâhiye” sırlarının anlaşılmasına bağlıdır. Kader ile her şeyin levh-i mahfuzda yazılı olması, bunların hepsinin kazâ kanununa tâbî olmasını gerektirmez. Cenab-ı Hakk’ın iradesine bağlı olarak bazıları da atâ kanununa tâbî olarak, Yüce Yaratıcı tarafından ertelenebilir veya hükümden kaldırılabilir.
“Evet atâ, kazânın içine nüfuz edip icra-yı hüküm ettiği gibi, kaza dahî kaderin içine nüfuz edip hükmünü icra eyler. Yani nasıl ki taş ve toprağın sertlik ve salabetleri ile beraber, yumuşak ve incecik olan damarlar, içlerinden müruru zamanında, bunlara yol vermek için parçalandığı misillü; hem latif suyun incimadı vaktinde, onun bu latif meyline karşı, sert demirin mukavemeti kırıldığı gibi; kazâ kanununun okuna karşı, kader kanunu da öyle kırılır, delinir.”(Mesnevi Nuriye BD)
Başlıkta sorulan sorunun cevabı ise kısaca şu şekilde verilebilir. Kader değişmez fakat kaderi, insanı ve tüm kainatı yaratan yaratıcı dilerse değiştirir.