Türkiye’de ‘’Kürt Meselesi’’ elbette PKK ile başlamadı. PKK var olan bir meselenin üzerine oturarak, ondan nemalanarak, devletin onlarca yıl boyunca uygulamaya devam ettiği bazı yanlış politikaları istismar malzemesi yaparak Kürtler arasında taban bulmaya çalıştı. İdeolojik yaklaşım olarak Kürtlerin inanç, gelenek, toplumsal hayat ve tarihi ile asla bağdaşmayan bir yaklaşım, ideoloji ve felsefeyi benimsemesine rağmen; devletin, halkın vicdanında yer bulmayan bu yanlışlarından dolayı önemli ölçüde bir taban bulmayı da başardı.
Kürtler; bu kadim topraklarda İslam ile şereflenme nimetine mazhar olan ilk milletlerden birisi olmak hasebiyle dini hassasiyet ve kardeşlik şuurunu genel itibarıyla hayat tarzı olarak uygulamaya çalıştılar. Bunun tarihteki birçok örneklerine rastlamak mümkündür. Sultan Alparslan’ın Anadolu’ya girmesi ile başlayan ve Malazgirt zaferi ile taçlanan günlerden başlayarak ‘’İslam Kardeşliği’’ inancı çerçevesinde Türk kardeşleri ile birlikte hareket ettiler.
Osmanlılar döneminde de, özellikle Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı sürecinde ve ‘’İttihad-ı İslam’’ ideali etrafında kardeşleri ile her zaman kenetlenmeyi ve bir arada olmayı tercih ettiler. Yavuz Sultan Selim döneminden başlamak üzere ve İdris-i Bitlisi’nin gayret ve çalışmaları sonucu Osmanlı Devleti ile birlikte hareket etmeyi bu ideal ve inanç çerçevesinde bir yönetim anlayışı olarak hayata geçirdiler. Bu dönemlerde kendi iç işlerinde bağımsız, dış meselelerde Osmanlı Devleti ile birlikte hareket etmek şeklinde ve genel itibarıyla eyalet sistemleri tarzında ortaya çıkan bir yönetim modeli ile hayatlarını sürdürdüler. Tanzimat döneminden itibaren farklı bazı uygulamalar ortaya çıksa bile, Osmanlı Devleti’nin yıkılma ve dağılma sürecinin hızlandığı dönemlerde de bu kardeşlik ve vefa duygularından taviz vermeden yollarına devam ettiler.
Rusya’nın Doğu Anadolu’da başlattığı işgal harekâtlarında, Osmanlı Devletinin çok zayıf bir duruma düştüğü 1. Dünya Savaşı sırasında meydana gelen büyük saldırı ve işgallerde, Ermeni isyanlarında ve Kurtuluş Savaşının her aşamasında hamiyet ve din kardeşliği duygularını kuşanarak, Müslüman Türk kardeşleri ile birlikte hareket ettiler. İhanet teşebbüslerine ve tahriklere çok büyük oranda kapılmayarak birlik, kardeşlik ve beraberlikten yana bir tavır içinde oldular. Çanakkale Savaşında, Erzurum ve Sivas Kongrelerinin delegasyon ve kongre süreçlerinde, Kurtuluş Savaşının her safhası ve her cephesinde, bu samimi, kahraman ve sadık tavırlarını sürdürmeye devam ettiler.
***
Aslında Kürtlerin bu şekilde İslam kardeşliği ve ittihat anlayışı etrafında kenetlenmelerinin en önemli ve muharrik unsuru İslam dinine olan bağlılıkları ve bu çerçevede bölgelerinde hâkim olan anlayış ve faaliyetlerden kaynaklanıyordu. Tarih boyunca Kürtler arasında İslami eğitim, tasavvuf anlayışı ve medrese geleneği hep canlı ve dinamik bir şekilde yaşamaya devam etti. Kürtler arasında yetişen edip, filozof, şair ve mütefekkirlerin hemen hemen hepsinde esas besleyici kaynak Kur’an hükümleri ve İslam’ın cihanşümul rahmet prensipleri oldu.
Bu arada çok önemli bir örnek olması ve konu ile çok yakın ilişkisi nedeniyle, Nakşibendiyye tarikatının Halidiyye koluna kısaca değinmek istiyorum. 1779 (1193) tarihinde Süleymaniye kentinin Şehrizur kasabasında doğan Mevlana Halid-i Bağdadi Eş-Şehrezuri El Kürdi’nin irşad ve faaliyetleri, Kürtlerin yaşadığı bütün coğrafyada çok kalıcı ve büyük etkiler bıraktı ve bırakmaya devam ediyor. Miladi 19 ve Hicri 13. Yüzyılın Müceddidi olarak bilinen büyük âlim Mevlana Halid, Nakşibendiyye’nin yanı sıra Kadiri, Sühreverdi, Çişti ve Kübrevi tarikatlarında da irşat yetkisine sahipti. Aldığı manevi bir ihtar üzerine Hindistan’ın Yeni Delhi şehrine giderek Şeyh Abdullah Dihlevi’den altı ay gibi kısa bir sürede Nakşibendiyye tarikatı irşat yetkisini aldıktan sonra Süleymaniye ve Bağdat’ta irşat faaliyetlerine başladı. Çok sayıda halifeye irşat yetkisi verdi ve bunlar İslam âleminin dört bir yanında çok büyük irşat hizmetlerinde bulundular.
1823 yılında çok ısrarlı davetler üzerine Şam’a giden Mevlana Halid, burada Emevi Camii’nin bir halvethanesine yerleşti. Daha sonra Şeyh İsmail El Gazzi’nin kız kardeşi Ayşe Hanım ile evlenerek satın aldığı eve yerleşti. Şam’da çıkan ve çok sayıda kişinin ölümü ile sonuçlanan veba salgınında 1827 yılında 48 yaşında iken vefat etti ve Kasiyun Dağ’ının eteklerine defnedildi. Daha sonraki yıllarda mezarının bulunduğu bölgede bir bina inşa edildi. Zaviye ve kütüphaneden oluşan bu bina günümüzde önemli ziyaret merkezlerinden birisi olarak yoğun bir trafiğe sahne olmaya devam ediyor.
Tarikat ve tasavvuf ile ilgili olarak birçok esere de imza atan Mevlana Halid’in Farsça, Arapça ve Kürtçe şiirlerinden oluşan bir de ‘’Divan’ı’’ bulunmaktadır. Kısa süren ömrü boyunca dur durak bilmeden çok büyük hizmetlerde bulunan ve büyük bir bölgede günümüze kadar devam eden büyük bir irşat ve intibah hareketinin öncüsü olan Mevlana Halid-i Bağdadi Eş Şehrezuri El Kürdi’ye (RA) Rabbimizden rahmet ve mağfiret niyazlarında bulunuyoruz.
Cehri zikirden kaçınarak hafi zikri esas alan Halidiyye Tarikatının yakın tarih ve coğrafyamızda etkili olan ve büyük manevi hizmetlere vesile olan isimleri arasında; Osman Sirâceddin et-Tavîlî, Seyyid Taha Hakkari, Muhammed Diyaeddin, Muhammed Esad Erbili, Abdulhakim Arvasi, Alvarlı Muhammed Lütfü, Ahmed Haznevi, Halid el Cezeri el Basreti, Muhammed Nuri Dırşevi, Abdurrahman Taği, Muhammed Said Seyda El Cezeri, Mehmed Zahid Kotku, Mahmut Esat Coşan ve Muhammed Raşid Erol gibi büyük ve mübarek zatlar bulunmaktadır.
Geniş etkisi sebebiyle Hâlidiyye olarak adlandırılan bu Nakşibendiyye kolu, Mevlânâ Hâlid’in onlarca halifesi aracılığı ile son derece geniş bir alana yayıldı, Balkanlar ve Kırım’dan Güneydoğu Asya’ya ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyaya ulaşmakla birlikte, tarikatın asıl etki alanı Kürtlerin yoğun bir şekilde yaşadıkları Osmanlı Devleti’ne bağlı Kuzey Irak’taki Kürt bölgeleri, Güneydoğu Anadolu ile Kuzeybatı İran bölgeleri olarak temayüz etti. Bununla birlikte bu tarikatın mensupları bütün İslam âleminde çok yoğun faaliyetlerde bulundular.
İslam birliğinin esas odak noktasının ve ittihat merkezinin Osmanlı Devletine bağlılık olduğu konusu, Halidiyye tarikatı mensuplarının en çok dile getirdiği ve önem verdiği hususların başında geliyordu. Ayrıca Şii yayılmacılığına karşı çok hassas ve dikkatli bir şekilde gayret gösterdikleri de bilinmektedir. Tarikat mensupları da hizmet ve irşatlarında bu noktalara çok büyük ehemmiyet verdiler. İrşat yetkisi verdiği halifeleri içinde Kürt âlimler çok önemli bir yekûn teşkil ediyordu. Bu halifeler, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde kurdukları dergâhlar vasıtasıyla büyük irşat faaliyetleri gerçekleştirdiler. Bu irşat faaliyetleri (Cumhuriyetin ilk yıllarındaki zulüm boyutlarına ulaşan ağır devlet baskısı ve son kırk yıldaki PKK’nin ağır tehdit ve baskılarına rağmen) halen de birçok bölgede kesintisiz bir şekilde devam ediyor.
**********