"Mesleğimiz haliliye olduğu için, meşrebimiz hıllettır" diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Nur Talebeleri için bir yol haritası çizmiştir. İman ve Kur’an hizmetini yapmaya talip olacak insanlar, bu hizmeti icra ederken nasıl davranacaklar ve hangi noktalara dikkat edeceklerdir? Bu soruya, elbette Risale-i Nur ışığında cevap vermek gerekecektir.
Bu önemli konuya geçmeden önce meslek ve meşrep kelimeleri üzerinde biraz durmakta fayda vardır. Arapça olan bu kelimeler, birbirlerini tamamlayan özelliklere sahip bulunmaktadırlar. Süluk edilen yer anlamına gelen meslek kelimesi; tutulan yol, geçimi temin etmek için yapılan iş, sanat veya zanaat anlamında kullanılmaktadır. Aynı şekilde kelimenin kökünden hareketle, mektep, fikir, düşünce, sistem, doktrin ve davranış anlamında da kullanıldığı sıkça görülmektedir.
Meşrep kelimesi ise, "şurb" kökünden gelmekte ve bu da su içme anlamına gelmektedir. Meşrep ile mizaç kelimelerinin bir anlam yakınlığından bahsedebiliriz. Buradan hareketle meşrep kelimesinin; tavır, fıtrat, bünye, adet, yaradılış, huy, mizaç, tabiat, hareket tarzı, tutum ve ahlak manalarında da kullanıldığı görülmektedir.
Kelimelerin bu anlamlarından hareketle şunları ifade edebiliriz: Meslek kelimesini yol anlamında kullanacak olursak, meşrebi de yolda yürüyüş tarzı, yolculuk şekli olarak kabul etmek mümkündür. Aynı şekilde meslek kelimesini bir su olarak kabul edersek, meşrep kelimesini de suyu içme tarzı veya şekli olarak da anlamlandırmak mümkündür.
Meslek işin fikir ve nazari yönünü oluşturmakta, meşrep ise daha çok mesleğin ameli biçimi, yani uygulanması anlamına gelmektedir. Halk arasında da ki "meşrep farklılığı" tabiri de uygulama farklılığı anlamında kullanılmaktadır. Başarılı olmanın bir yolu da, insanların mizaç ve meşreplerine uygun bir meslek seçmelerinden geçer. Mizaç ve meşrebin, insanın yaratılıştan getirdiği temayül ve yatkınlıkları ifade ettiğini de söylemek mümkündür.
Günümüzde İslam’a hizmet eden Müslümanlar arasında çok sayıda meşrepten bahsedebiliriz. Her grup, bu anlayışına göre İslam’a farklı usul ve metotlarla hizmet etmekte, bu İslam’i ve Kur’an’i yolda, farklı şekil ve vasıtalarla yoluna devam etmektedir. Bu hizmet metotları veya meşrepler, aynı kaynaktan beslendiği, aynı yolda yürüdüğü ve aynı maksada, farklı vasıta ve şekillerle hizmet ettiği için azizdir ve değerlidir.
Nur hizmeti, cadde-i Kübra-i Kur’aniyede, İslam’a ve Kur’an’a hizmet eden "Haliliye meslekli ve hıllet meşrepli" bir büyük mektep ve ekoldür. Bu meslek ve mektebin programı ise, Kur’an ayetlerinde süzülen ve asrın ihtiyaçlarına bu kaynaktan en güzel ve ikna edici cevaplar veren Risale-i Nur Külliyatıdır.
Nur hizmetinin seyr-i süluku da, tarikat berzahına geçmeden, doğrudan doğruya imana hizmet etmekle görevlendirilmek şeklinde olmuştur. Çünkü bu zamanda en büyük hücum iman esaslarına yapılmaktadır. Bu yolda mürşid ve rehber Risale-i Nur’un kendisidir. Said Nursi Hazretleri bunu "şeyh-i Risale-i Nur" diye ifade etmektedir.
Risale-i Nur hizmetinde tebarüz ve temayüz etmiş şahsiyetler elbette vardır ve saygı değerdirler. Bunlar da derslerini Risale-i Nur’dan almakta ve bu Kur’ani hakikatlere ayna olmaya çalışmaktadırlar. Bunların da şeyh ve mürşidi de elbette Risale-i Nur’dur. Bu değerli şahsiyetlerin derin ilim ve tetkikatlarından da elbette bu çerçeve içinde istifade etmek gerekir.
Bu konuda çerçeveyi de Üstad Bediüzzaman şu ifadeleri ile çizmiştir:
"Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde bir şey yazsa, soğuk bir muaraza veya nakıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mal kaidesiyle, her birimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz."
(Mektubat, sayfa; 413)
Aynı şekilde aynı kaynaktan ve aynı inançtan beslenen bütün bu grup ve meşrepleri; büyük bir zenginlik, çeşitlilik ve renklilik olarak da kabul etmek gerekir. Her insanın Allah’ın isimlerine mazhariyeti farklı olduğu için, buna uygun şekilde farklı meşreplerde olması da normal karşılanmalıdır.
İnsanlar farklı şekillerde ve farklı mizaçlarda yaratılmışlardır. Bu farklılık ve mizaç zenginliğini göz önüne almadan herkesi aynı tarz ve metoda mahkûm ve mecbur etmek, fıtrata karşı çıkmaktır. Bu farklılık, farklı mizaç ve karakterde olan insanlar için de tercih hakkını doğurmakta, her Müslüman kendi ahlak ve mizacına en uygun bir tarz ve metot ile bu umumi yolda yani "cadde-i kübra-yı Kur’aniye" de yürüyerek İslam’a hizmet etmeye devam etmektedir.
Bütün bunlarla birlikte bu farklılık ve zenginliği, bir ihtilaf ve kavga sebebi de yapmamak gerekir. Her meşrep, elbette kendi sahasında bir hakikati temsil etmekte ve önemli bir noktaya ağırlık vermektedir. Bu büyük Kur’an’i caddede farklı araç ve vasıtalarla yollarına devam eden insanlar, hedefe ulaşmaktan ziyade birbirleri ile uğraşarak, farklı vasıtaları, bir rekabet veya yarış unsuru haline getirirlerse, büyük hedefe, neticeye, yani rıza-yı İlahi dairesine ulaşmaları mümkün olmayacaktır.
Müminler, kendi meşreplerini başkalarının meşrebi ile bir rekabet aracı haline getirmemelidirler. Zihinlerini tenkit ve menfi hususlarla dolduran insanlar, müspet manalara hizmet etmeye imkân bulamazlar. Nazarlar, sadece müspet ve yapıcı iman hizmetlerine çevrilmeli ve başka hususların bu nazarı kirletmesine müsaade edilmemelidir.
Her mümin kendi meslek ve meşrebinin muhabbetiyle hareket edebilir. Fakat bunu yaparken aşağıda belirtilen hususları da asla göz ardı etmemelidir:
"Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak (etmeli). Haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, "Mesleğim haktır" yahut "daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber (etmeli). Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu (düşünmeli). Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza (ettirmeli). Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için, nefsini ve enâniyetini, ve yanlış düşündüğü izzetini, ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.
(Lem’alar, sayfa; 155)
Meşreplerin, bir rekabet aracı haline getirilmesi, gereksiz ve faydasız bir çekişmeyi de beraber getirecektir. Böyle bir durumda, gayr-ı meşru vasıtaları da kullanabilme riski ortaya çıkacak ve Allah korusun, beraberce mağlubiyet ve zilleti yaşama ihtimali ile karşılaşabileceklerdir.
Allah’ın rızasına ulaşmak için, kendi araç ve vasıtaları ile yola çıkan insanlar yalnız hedefe kilitlenmeli, hak ve meşru vasıtalardan asla vazgeçmemeli, kendilerini yolda alıkoyacak basit şeylerle, kavgalarla ve hissiyattan kaynaklanan rekabet duyguları ile meşgul olmamalıdırlar.
Mezhepler de, coğrafi bazı sebepler ile birlikte, çok farklı mizaç, karakter ve meşrebe sahip olan insanlara kolaylık sağlamıştır. İslam’ın cihanşümul rahmet ve kuşatıcılığından, bütün insanların istifade edebilmesinin yolu, büyük imamların bu farklı içtihatlarıyla açılmıştır.
Farklı alan ve metotlarda temayüz etmiş çok sayıda sahabeden bahsedebiliriz. Bu nurlu cemaate mensup olan Hazret-i Ebu Bekir (r.a) ile Hazret-i Ömer (r.a), elbette farklı mizaçlara sahiptiler. Çok farklı sosyal tabaka, mizaç ve karakterlere sahip olan Ashab-ı Kiram cemaati, Resul-ü Ekrem’in (a.s.v) gösterdiği yolda, bütün bu farklılıkları kaynaştırarak ve asla bir kavga ve niza vesilesi yapmadan yürümeyi başarmış ve kısa sürede İslamiyet’i çok geniş bir coğrafyaya ulaştırmasını bilmiştir.
Risale-i Nur hizmetini bir "sahabe mesleği" olarak tarif eden Üstad Said Nursi, bu büyük ve muhteşem cemaatin sadakat, teslimiyet ve kahramanlıkları yanında diğer bazı hususlara da işaret etmiştir. Müminler, farklı mizaç, meşrep ve metotları ile uhuvvet ve muhabbet zemininde bir birlik ve beraberlik sağlamalı, aynı büyük hedefe ulaşmak için gereken fedakârlık ve hoşgörüyü gösterebilmelidir.
Asrın getirdiği çok fazla meşguliyet ve hizmet alanı bulunmaktadır. Asrımızı bir uzmanlık asrı olarak nitelendirmek gerekir. Her insan veya her grubun, bu alanların hepsine ulaşabilmesi ve bunların hepsinde uzman olması mümkün değildir. Bunun içindir ki, farklı meşrepler, kendilerini fıtri bir işbölümünün unsurları olarak görmeli, aynı bütünün tam dayanışma içinde bulunan ve tam birleşmiş parçaları olarak hareket etmeli, "İHLAS" sırrına ermenin huzur, saadet ve faziletini yaşamak için maddi-manevi hiçbir fedakârlıktan kaçınmamalıdır.