Ahir zamanın ekser alametlerinin görülmeye başlandığı 20. yüzyılın İslam dünyasına en büyük getirisi, parça parça olmuş koca bir İslam coğrafyası ve ayrı düşmüş ve zaman zaman birbirine düşman olmuş kardeşler şeklinde olmuştur. Bediüzzaman bu parçalanmayı "tahsile gitme" olarak değerlendirmiş, 1910 yılında Tiflis’te Şeyh San’an tepesinde Rus polisi ile tartışmasında ifade ettiği hakikatler daha sonraki yıllarda yavaş yavaş gerçekleşmeye başlamıştır.
Evet, büyük doğumların sancıları da çok uzun sürer. Uzun yıllardan beridir, bütün bir İslam âleminde önemli bir değişim ve dönüşümün yaşandığını, hep beraber izlemeye devam ediyoruz.
İslam’ın zeki bir evladı ve hizmetkârı olan ve bütün Arap âleminde çok büyük bir etkiye sahip olan Mısır, şahadetnamesini almak için çok olgun ve vakur bir direniş göstermiş, adeta bütün dünyaya "sivil itaatsizliğin" nasıl olması gerektiğinin muhteşem bir dersini vermiştir. Ne yazık ki, bu vakur tavrın bütün İslam âlemini sarmasından korkan ve bunun neticesinde yüzlerce yıldır sömürdükleri zenginliklerin ellerinden gideceğini anlayarak telaşlanan malum güçler, halkın tercihi ve seçimini de göz ardı ederek bir darbe ile bu sesi şimdilik susturmayı başarmışlardır.
Aynı durum Suriye için de ifade edilebilir. Kısa bir sürede ve çok daha az bir zayiatla, Suriye’de yaşayan Müslümanların huzur, saadet ve hürriyete kavuşmaları beklenirken ve bu mümkün olduğu halde, dünyadaki bütün süper güçler, her türlü oyun, tertip, tuzak ve silah ile bu İslam beldesinin kan gölü içinde debelenmesi ve kendi kucaklarına düşmesi için ellerinde gelen hiçbir saldırı ve tertipten çekinmediler. ABD ve Rusya’nın bu kargaşa ve katliamların oluşmasında, başrolü oynadığını bilmeyen yok.
İslam Âleminin zenginlikleri ve dünyanın en çok kullanılan enerji kaynaklarından biri olan petrolün kontrolü, yanlış politikaların sonucu olarak ABD ve diğer süper güçlerin eline geçmiştir. Bütün dünyadaki petrol kaynaklarının %60’nın orta doğuda olduğu göz önüne alınırsa bu büyük silahın Müslümanların elinde hemen hemen pek bir işe yaramadığı görülecektir. Bu büyük fırsat; dünya barışı, Müslümanların huzuru ve kardeşliği için kullanılabilecek büyük bir potansiyele sahip iken, kendi silahıyla vurulmak anlamına gelecek şekilde, Müslümanlara ancak kan, gözyaşı, ıstırap getirdiği görülmektedir.
Bu petrol gelirlerinin belli bazı ailelerin ve şirketlerin kontrolünde olması da, halkın kahir ekseriyetinin ekonomik olarak çok zor ve ağır şartlarda yaşamak zorunda kalması, İslam âleminin en büyük çıkmazlarından ve talihsizliklerinden biridir. Filistin ve Irak’ta yaşanan ve milyonlarca Müslüman’ın öldürülmesi ile neticelenen ve halen de devam eden olayların bu ve benzeri büyük ihanet ve gafletlerin sonucu olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
İslam ülkeleri tam muhabbet, adalet ve İslam’ın şanına yakışır tarzda insan hak ve hürriyetlerinin uygulanacağı yönetimlerin eksikliğini yaşamaktadır. Zenginliklerin hakça paylaşıldığı, imanın en önemli esaslarından biri olan şefkatin devlet yönetimine egemen olacağı fıtri anlayışların uygulanmaya başlanması ile birlikte yaralar çok daha hızlı bir şekilde sarılmaya başlanacaktır.
İslam âlemini bulaşıcı hastalıklar gibi saran despot rejimlerin nasıl büyük felaketlere sebebiyet verdiği, şu geçen yüzyılı aşkın bir zamanda çok açık bir şekilde görülmüştür. Halkın iradesine çoğu zaman söz geçirmeleri mümkün olmayan emperyalist güçlerin, diktatörleri çok kolay bir şekilde piyonları haline getirdikleri ve yönlendirdiklerinin onlarca misali verilebilir. Bu büyük beladan en çok etkilenen bölge şüphesiz Orta Doğu’dur ve Müslümanlardır.
İslam’ın şanına ve özüne yakışır bir hürriyet ve hakkaniyet ortamının, belli bir süreç içerisinde bütün İslam âlemini etkilemesini ve aydınlatmasını gönülden temenni ediyoruz. Dünyadaki ve İslam âlemindeki değişimler göz önüne alındığında, İslam âlemi ve Müslümanlar için tek kurtuluş yolunun bu olduğu bariz bir hakikattir. Libya’daki durum ve yine süper güçlerin fitne kazanlarını kaynatması ile meydana gelen bölünmüşlüğün de bir an önce sona ermesini ve tam bir beraberliğin sağlanmasını temenni ediyoruz. Burada alınabilecek olumlu bir neticenin bu önemli süreci hızlandıracağı söylenebilir.
Diğer birçok İslam ülkesinde de çok büyük sıkıntılarla birlikte, istikbal için ümit verici gelişmelerin yaşandığını hep beraber takip ediyoruz. Uzun yılların ardından işgalden kurtulmayı başaran Afganistan’ın, bütün yaralarını en kısa zamanda sarmasını ve İslam kardeşliği zemininde tam bir birlik ve beraberliği tesis etmesini temenni ediyoruz. Bu temennimizi, elbette diğer bütün İslam ülkeleri ve beldeleri için de ifade ediyoruz. Sadece on civarında Afrika ülkesinde büyükelçiliği bulunan Türkiye’nin, son yıllarda bu sayıyı kırk ülke civarına çıkarması da, çok önemli ve hayırlı bir adım olarak not edilmelidir. Biz Müslümanlara ümitsizlik asla yakışmaz ve Rabbimizin şu ferahlatıcı müjdesi bizleri karamsar olmaktan men eder. "Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz."
Dünya milletleri çok farklı bir mecraya doğru yönelmiş ve bütünüyle gerçek hürriyetin ve adaletin hâkim olacağı günlerin emareleri görülmeye başlanmıştır. İslam milletleri biraz geç de olsa uyanmaya başlamış ve son yüzyılda yaşanan musibetlerden alınacak dersler ile de gerçek ve hakiki yapısına kavuşacaktır. İslam âlemini ekonomik ve sosyal yönden geri bırakan ve perişan eden istibdat yönetimleri son demlerini yaşamaktadır. Artık medeniyetin iyilikleri günahlara galebe etmeye başlayacak, istikbaldeki İslamiyet’in kuvvetiyle zemin yüzü inşaallah pisliklerden temizlenecektir.
Her türlü düşmanlık, nefret, hedonizm, ateizm, deizm, materyalizm gibi dünyevi düşünce ve nefs-i emarenin hâkimiyetine sahne olan dünyamızın, insanlara huzur ve mutluluk vermediği, dünyanın ve gençliğin perişan hali ile ortaya çıkmıştır. Maneviyattan yoksun ve tamamen maddi ve nefsanî heveslere hitap eden ve insanlara acı ve ıstıraptan başka bir şey vermeyen günlerin sona ermesini temenni ediyoruz.
Artık dünya yeni ve huzurlu günlerin özlemini duymaktadır. İnşallah ekseriyet itibarıyla intibaha gelmesini temenni ettiğimiz insanlık, ancak ve ancak fıtratın dini olan İslam’ın şefkatli sinesinde huzur ve saadete kavuşabilecektir. Ümitvar olmak için elbette birçok sebep mevcuttur. Şu ifadelerin, bütün insanlığın huzuru için tahakkuk edeceği günleri bekliyoruz:
"Evet, bakınız, zaman hatt-ı müstakim üzerine hareket etmiyor ki, mebde ve müntehası birbirinden uzaklaşsın. Belki küre-i arzın hareketi gibi bir daire içinde dönüyor. Bazen terakki içinde yaz ve bahar mevsimi gösterir. Bazen tedenni içinde kış ve fırtına mevsimini gösterir. Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşallah. Hakikat-i İslâmiyenin güneşiyle, sulh-u umumî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi rahmet-i İlâhiyeden bekleyebilirsiniz." (Hutbe-i Şamiye, sayfa:43)
Bu yazıyı Üstad Said Nursi’nin bütün İslam Âleminin kurtuluş reçetesini barındıran şu sözleri ile noktalıyorum: "Yaşasın sıdk, ölsün yeis, Muhabbet devam etsin, şura kuvvet bulsun."