Hadis-i Şerif ile yapılan uyarı, ahir zamanın dehşetli fitnesinin ortasında yaşayan biz müminler için çok daha büyük bir ehemmiyet arz etmektedir. Günahlar ve nefsin hile ve tuzakları ile kirlenen manevi dünyamızda huzura kavuşmak ve sahil-i selamete ulaşmak için, asırlar evvelinden günümüze bir projektör gibi ışık veren bu hadisin aydınlığında yol almaya çalışmamız gerekir.
"İnsanlar helâk oldu, âlimler müstesna. Âlimler de helâk oldu, ilmiyle amel edenler müstesna. Amel edenler de helâk oldu, ihlâs sahipleri müstesna. İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar."
Bu hadis-i şerif’e, günümüzün ağır ve cazibeli günahları açısından bakıldığında ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Hayırlı ve güzel işleri yapmak ve hatta bunun için olağanüstü gayret göstermek de yetmez. Burada niyet ön plana çıkmaktadır. Samimi niyet ise; yapılan hayırlı ve güzel ameli anlamlı ve makbul kılmaktadır.
Bu önemli noktada hiç kimsenin ihlasını tamamen muhafaza etmek ve ebedi saadete kavuşmak gibi bir garantisi de bulunmamaktadır. Herkes, yapacağı iman ve Kur’an hizmetini yalnız ve yalnız İlahi rızaya bina etmeli, başkaca hiçbir maksat ve kaygı içinde olmamalıdır.
Bir hattı-ı müstakim üzere gitmeyen ve dehşetli fitnelerin kol gezdiği ahir zamandaki bu hayatımızda, ihlaslı amel işleyenler dahi, her zaman büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar. Önemli olan aynı istikamet üzere bu ihlaslı hayatı son nefese kadar yaşamak ve İlahi huzura bu şekilde ulaşabilmektir. Bütün müminler; âlimler ve ilmiyle amel edenler de dâhil olmak üzere, ebedi hayatı kaybetme tehlikesine karşı daima uyanık ve muhlis olmak zorundadırlar.
Dehşetli bir akıbetten kurtulmak ve muhteşem bir saadete kavuşmak için istinat noktamız, ihlâsın manevi atmosferine bütün varlığımız ile sarılmak ve elden kaçırmamak için olağanüstü bir gayret göstermek olmalıdır. Zaten bu büyük netice için elimizde, ihlâstan başka hiçbir dayanak bulunmamaktadır.
Çünkü Said Nursi Hazretleri’nin ifadesi ile;
“…medar-ı necat ve halâs, yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı İlâhî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlâhiyeye karışmamalı.’’
(Lem’alar, sayfa, 137)
Burada çok amel işlemekten ziyade, ihlaslı amel işlemek noktasına yapılan vurgu, fazla ameli ile övünüp “ucb” vartasına düşen müminler için de bir ikaz sayılmalıdır. Aksi takdirde, karanlıklar içinde ve nefsin tuzakları ile dolu bir yolda, emniyet ile seyahat etmemiz, halas ve necat ile bu uzun ve meşakkatli seyahati bitirmemiz mümkün olmayacaktır. Şu hususu da hatırdan çıkarmamak gerekir ki, ucb tuzağına düşmeden, çok fakat ihlaslı amel işlemek, şüphesiz ki arzu edilen ve en mükemmel olanıdır.
Burada göz ardı etmememiz gereken bir önemli nokta daha bulunmaktadır. Dehşetli ve külli günahların hücumuna maruz kalan insanların, şahsi ibadet ve hasenatları yetersiz kalabilir. Böyle bir tehlike karşısında bir sığınağımız da ihlas, samimi tesanüt ve ittihat ile mensubu olduğumuz cemaatin duası ve külli sevabı olmalıdır.
Çünkü günah ciheti ile ölüp bu açıdan defterleri kapanan insanların, açık kalacak bir hasenat defteri bırakmaları için sadaka-ı cariye hükmüne geçecek bazı faydalı hizmetlerde bulunmaları gerekir. Hakiki kardeşlik sırrı ile ahirete bakan işlerde sırf Allah rızası için bir araya gelenlerin beraberce yaptığı ve devam eden hizmetler de, aynı kategori içinde değerlendirilebilir. İşte bu sırdandır ki Üstad Said Nursi bu noktaya işaret etmekte ve talebelerine büyük bir müjdeyi vermektedir:
“Evet, sırr-ı ihlâs ile samimî tesanüt ve ittihat, hadsiz menfaate medar olduğu gibi, korkulara, hatta ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinattır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile rıza-yı İlâhî yolunda, ahirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, "Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla manevi bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum" diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve "O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum" der, rahatla yatar.’’
(Lem’alar, sayfa:165)
Günah cihetinden ve bedenen öldükten sonra, sevap cihetinden ve ruhen yaşamanın, çok büyük ve külli bir sevaba ortak olmanın formülü burada açık bir şekilde izah edilmektedir. Gönüller ve kalpler üzerine bina edilen ve kıyamete kadar işlemeye devam edecek bir büyük manevi fabrikanın ve şirketin feyizdar ve her daim kar eden bir ortağı olmak mümkündür. Bunun yolu da, ancak ve ancak “samimi ihlas, samimi tesanüt ve samimi ittihat” çerçevesinde ifade edilen bir kardeşlik ve dava şuuruna sahip olmaktan geçer.
"Risale-i Nur şakirtlerinin iştirâk-i a'mâl-i uhreviye (uhrevi ve manevi çalışmalarda, işlerde ortaklık) düstur-u esasiyeleri sırrınca, her birisinin kazandığı miktar, her bir kardeşlerine aynı miktar defter-i a'mâline geçmesi, o düsturun ve rahmet-i İlâhiyenin muktezası (gereği) olmak haysiyetiyle, Risale-i Nur dairesine sıdk ve ihlâsla girenlerin kazançları pek azîm ve küllîdir. Her biri, binler hisse alır. İnşallah, emval-i dünyeviyenin iştiraki (dünyevi işlerde ve mallarda ortaklık) gibi inkısam ve tecezzi etmeden (parçalanmadan ve bölünmeden), her birisine, aynı amel defterine geçmesi, bir adamın getirdiği bir lâmba, binler aynaların her birisine aynı lâmba inkısam etmeden (parçalanmadan) girmesi gibidir."
(Kastamonu Lahikası, sayfa:65)
Bir şahıs, bu büyük, külli ve manevi şirketin gönüllü, samimi ve ihlaslı bir ortağı olduktan sonra, yapılan umumi dualar içinde kendine yer bulsa, bu büyük neticeye ulaşmak için çok büyük bir mesafe almış olacaktır.
"Demek, Risale-i Nur'un sadık şakirtlerinden birisi leyle-i Kadrin hakikatini ve Ramazan'ın yüksek mertebesini kazansa, umum hakikî sadık şakirtler sahip ve hissedar olmak, vüs'at-i rahmet-i İlâhiyeden (Allah’ın rahmetinin genişliğinden, büyüklüğünden) çok kuvvetli ümitvârız."
(Kastamonu Lahikası, sayfa:65)
Bu kadar büyük, manevi yönden kazançlı ve muhteşem bir neticeye ulaşmak için ne kadar gayret gösterilse yine azdır.