Melik Ahmed Paşa Camii, Diyarbekir Valilerinden Melek (Melik) Ahmed Paşa tarafından 1587-1591 yılları arasında, kendi adıyla anılan cadde üzerinde yaptırılmıştır. Ahmed Paşa’nın Melek olan ön ismi zamanla halk tarafından Melik olarak değiştirilmiştir. Caminin yapımında siyah ve beyaz renkli taşlar kullanılmıştır. Caminin altında depo olan ve bir dönem dükkân olarak kullanılan bölümler bulunmaktadır. Bu nedenle camiye merdivenlerle çıkılmaktadır. Camii dışarıdan çok sade görünmekle birlikte içinde zengin çini süslemeler bulunmaktadır. Özellikle mihrab çinileri çok dikkat çekicidir. Melek Ahmed Paşa, yaptırdığı bu caminin yanında bir hamam, hana çevrilen bir konak ve bir de medrese yaptırmış, ancak konak ve medrese günümüze kadar ulaşamamıştır. Plan ve mimarisinde Mimar Sinan’ın imzası bulunan cami, şehrin tarihî ve kültürel yapısının önemli bir parçasını oluşturuyor. Camide bu günlerde restorasyon çalışmaları devam ediyor.
**********
Selahaddin Eyyubi Camii, Diyarbekir’e son yıllarda vurulan ve geçmişten gelen İslami yapı ve geleneği geleceğe taşımayı amaçlayan muhteşem bir mabet olarak 14 Nisan 2023 Cuma günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir törenle ibadete açıldı.
Yenişehir İlçesinde inşa edilen ve Türkiye’nin en büyük camilerinden birisi olan Selahaddin Eyyübi Camisi, sadece bir ibadet alanı değil, aynı zamanda sergi, konferans salonları ve eğitim alanları ile çevrili bir külliye olarak inşa edildi. Selahaddin Eyyubi Camisi ve Külliyesi 25 bin kişi kapasiteli. 43 bin 500 metrekarelik kapalı alanı bulunan camii ve külliyede 1500 metrekarelik fuaye ve sergi salonu, 700 kişilik konferans salonu ve 500 araçlık otopark bulunmaktadır.
İş insanı İhsan Arslan tarafından yaptırılan caminin 4 yan, 1 de ana kapısı bulunuyor. Kapılara peygamberlerin isimleri verildi. Ana giriş kapısına Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in (ASV) ismi verilirken, diğer kapılara da Hazreti İbrahim, Hazreti Adem, Hazreti İsa ve Hazreti Musa isimleri verildi.
Ağırlıklı olarak bölgenin bazalt, beyaz ve sarı taşlarının kullanıldığı cami hem Mezopotamya, hem Selçuklu, hem de Osmanlı izlerini taşıyor. Caminin külliyesinde 2 bin 400 metrekarelik bir kafeterya, kütüphane, gençlik merkezi ve yüzölçümü 4 bin metrekareyi bulan ofis ve eğitim alanları da bulunuyor. Sadeliğin ön plana çıktığı camide, dört minare ve 56 kubbenin sekizgen formları, yöredeki mimarinin karakteristik özelliklerini taşıyor.
Caminin alt katında ise 12 bin yıl boyunca bölgede bulunan 28 medeniyetin izleri yansıtıldı. Yapımı 6 yılda tamamlanan Selahaddin Eyyubi Camii’nin, nüfusu iki milyonu aşan Diyarbakır’ın önemli bir ihtiyacını karşılaması hedefleniyor.
**********
Diyarbakır’ı anlattığımız bu çalışmamızda, ömrünün önemli bir kısmını Artukoğulları Bey’inin daveti üzerine Diyarbakır’da ilmi çalışmalar ile geçiren, Sibernetik ve robotik biliminin babası olarak kabul edilen, batı dünyasında El-Cezerî olarak tanınan Ebû’l İz İsmail İbni Rezzaz El Cezerî’den de kısaca bahsetmek gerekir. El Cezeri, Dicle nehrinin coşkun zamanlarında taşarak, şehrin etrafını dolaşmasıyla bir ada haline gelen ve bu nedenden dolayı ada anlamına gelen Cezire ismi verilen Cizre’de 1136 yılında dünyaya geldi. İsmini de doğduğu ve uzun yıllar yaşadığı şehirden alan El-Cezerî, Batı dünyasında da sibernetik ve robotik bilimlerinin babası olarak kabul edilir. Doğum ve vefat tarihleri ile ilgili olarak bazı eserlerde farklı tarihler de verilmektedir.
Öğrenimini Kürt Medresesi Camia'da tamamlayan İsmail Ebul İz, burada fizik ve sibernetik başta olmak üzere teknik ilimler alanlarında yoğunlaştı ve birçok önemli buluşa imza attı. Zengilerin hâkimiyeti altında bulunan Cizre’de yaşayan Ebul İz, Artukoğulları'nın daveti üzerine Diyarbakır'a geçerek, burada çok büyük buluş ve ilmi çalışmalara imza attı. 1181 yılından başlamak üzere 25 yıl boyunca Diyarbekir Artukoğulları Sultanı Salîh Nâsirüddîn Ebu’l Feth Mahmûd’un, daha önce de babasının ve kardeşinin hizmetinde bulunmuştur.
El Cezerî’nin en ünlü eseri, “El-Cami Beyne’l-İlm Ve’l-Amel En-Nafi Fi Sinaat’il Hiyel (Kıtab-ül Hiyel)” olarak bilinen ve "İlim ve Amelin (Tekniğin) Birleşmesiyle Faydalı Sanatların Uygulanması" adı ile ifade edebileceğimiz eseridir. Ülkemizde bu eserden ilk defa ünlü tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı (1896-1984), “Tarih Hazinesi” dergisinde (1951), daha sonra da Diyarbakır’da çıkan “Kara Amid” dergisinde (1972) bahsetmiştir. Daha sonraki yıllarda çok sayıda bilim adam ve araştırmacı Cezeri ve Kitab-ül Hiyel üzerinde çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Bu çok ünlü ve değerli eserinde, robot ve akışkanlar mekaniği konularını, pratik mühendisliğin öncüsü olarak, sibernetik ve mekaniği ilk kez bir arada kullanıp doruk noktasına ulaştırmıştır. Çalışmaları ile Leonardo Da Vinci başta olmak üzere, birçok bilim adamı ve sanatçıya ilham kaynağı olduğu kabul edilmektedir.
El Hiyel kitabının yazılış serüveni, kitabın giriş bölümünde kendisi tarafından şu şekilde anlatılmaktadır: “Bir gün Sultan’ın huzurundaydım ve yapmamı emrettiği şeyi getirmiştim. Ne düşündüğümü sezdi ve gizlediğimi açığa vurdu ve bana şöyle dedi: “Eşsiz araçlar yapmış, onları gücünle işler duruma getirmişsin. Seni yoran ve kusursuz biçimde inşa ettiğin bu şeyler kaybolup gitmesin. Benim için icat ettiğin bu araçları bir araya toplayan ve her birinden ve resimlerinden seçmeleri kapsayan bir kitap yazmanı istiyorum.” Onun bana sunduğu modeli uyguladım ve önerilerini kabul ettim, zaten boyun eğmekten başka yapacağım bir şey yoktu. Gerekli çalışmayı yapmak üzere gücümü topladım ve bu kitabı kaleme aldım.”
Kitabındaki tüm şekillerin ve resimlerin, kendisi tarafından çizildiği göz önüne alınırsa, çok yetenekli bir ressam ve sanatçı olduğu da kolaylıkla anlaşılır. Bu ünlü eseri altı bölümden oluşur ve bu çok kıymetli eserinde elliden fazla robot, makine ve cihazın kullanım esaslarını ve bunlardan en iyi şekilde yararlanma yollarını pratik bir şekilde ve çizimlerle anlatmaya çalışmıştır. Kitabın orijinali, günümüzde mevcut değildir. Fakat 5 tanesi Türkiye’de Topkapı ve Süleymaniye kütüphanelerinde bulunmak üzere bütün dünyada, on dördü Arapça, ikisi Farsça ve biri Osmanlıca olmak üzere 17 adet bilinen el yazması kopyası vardır. Eser, zamanın ilim dili olan Arapça ile kaleme alınmıştır. Cizre Ulu Camii kapıları ile kapı tokmakları olan ejderleri de kendisi yapmıştır.
Aynı zamanda İHA, SİHA ve TİHA’ların üreticisi BAYKAR tarafından yapılan Uçan Otomobil’e Selçuk Bayraktar’ın açıklaması ile “CEZERİ” adı verilmiş ve bu mümtaz ilim adam ile ilgili olarak bir vefa borcu ödenmeye çalışılmıştır.
Bediüzzaman lakabı verilen nadir insanlardan biri olan El-Cezerî, ömrünün son demlerinde memleketi olan Cizre’ye döndü ve 1206 yılında burada vefat etti. Mezarı, Cizre’deki Nuh Peygamber Camisi’nin avlusunda bulunmaktadır. El-Cezerî, çalışmalarının ileride kendisinden sonra gelenler tarafından önemsenmeme ihtimaline karşı kitabının önsözünde şöyle demiştir: “Bu işe öyle meşakkatlerle koyuldum ki yolum uzadı, emeklerimin rüzgârın savurduğu şeyler gibi heba olmasından, çalışmalarımın gündüzün geceyi silmesi gibi silinmesinden korkarım.”
El Cezeri’nin görkemli eserleri aslına uygun bir şekilde yapılmaya çalışılarak 2019 yılında İstanbul’da açılan “Cezeri Müzesi’nde” sergilenmeye başlandı. Müzenin tanıtımında şu ifadeler kullanılıyor: “İstanbul Cezeri Müzesi (İCM), dünyanın sayılı dehâlarından biri kabul edilen Ortaçağ’ın en büyük mühendisi Cezeri’nin insanlık birikimine yaptığı görkemli katkıdan ilham alınarak 2018 yılında kuruldu. Bilimsel merakı ve sanat gücünü aynı anda harekete geçirecek etkinliklerin tasarlandığı İCM, dünya kültür mirasını korumanın ve onu gelecek kuşaklara aktarmanın en iyi yolunun bu hazinenin işlenmesinde yattığını öngören bir anlayışla hareket ediyor. İstanbul Cezeri Müzesi’nin sergileri ve eğitim programları, toplumun her kesiminden ve seviyesinden ziyaretçiye dünya kültür mirasını tanıtmayı ve sevdirmeyi hedefliyor.”
**********