İstanbul; konumu, tarihi, coğrafi ve turistik güzellikleriyle tam bir dünya şehri.
Muhteşem güzelliğe ve konuma sahip bu şehre bütün dünya milletleri elbette sahip olmak ister.
Bu güzelliği ve tarihi olarak ifa ettiği büyük fonksiyonları sebebiyle Peygamber Efendimiz, “Konstaniyye elbette fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onu fetheden askerler ne güzel askerler” hadisi ile bu şehrin ehemmiyeti ile birlikte fethinin de müjdesini vermiştir.
Bu büyük müjde içindir ki, Hz. Ebu Eyyüb El Ensari seksen yaşını geçtiği bir sırada askerleri ile yollara düşmüş, bu aşk ve cehd ile İstanbul surlarının dibinde şehadet şerbetini içmiştir.
Sonraki yıllarda da İstanbul’un fethi ve bu büyük müjdeye mazhariyet için birçok padişah ve kumandan teşebbüse geçmiş, ancak bu büyük ve mübarek fetih, Sultan Muhammed Fatih Han’a nasip olmuştur.
Sultan Fatih’in İstanbul’u fethinden bugüne kadar geçen 570 yıllık süreye rağmen Bizans ruhunun ve haçlı zihniyetinin İstanbul üzerindeki emel ve ümitleri hiçbir zaman sona ermemiştir.
Bu zihniyet sürekli olarak İstanbul hayalini canlı tutmak ve bu dünya güzeli şehre yeniden sahip olmak için gizli veya açık bir şekilde temenni ve propagandalarını sürdürmeye devam etmektedirler.
Hatırlanacağı üzere 15 Mart 2019 günü Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde önce El Nur ve sonra Linwood camilerine Cuma namazı kılmak için bir araya gelen Müslümanlara yönelik vahşi ve alçakça bir saldırı gerçekleştirilmiş ve 51 kişi bu saldırılarda hayatını kaybetmişti.
Bu saldırıların en ilginç yönü bu saldırıları gerçekleştiren terörist Brenton Tarrant’ın yayınladığı yetmiş sayfalık manifesto idi. Terörist Brenton Tarrant bu manifestoda Türkiye ve İstanbul ile ilgili şu ilginç ifadeleri kullanmıştı: “Topraklarınızda huzur içinde yaşayabilirsiniz, size zarar gelmeyecek. Boğaz’ın Doğu yakasında… Ama Boğaz’ın Batı yakasında bir yerde yaşamayı denerseniz, Avrupa’ya gelirseniz sizi öldüreceğiz. Konstantinopolis’e gelir, tüm cami ve minareleri yıkarız. Ayasofya minarelerden kurtulacak ve Konstantinapol hak edildiği gibi tekrar Hristiyan şehri olacak”
Türkiye ve İstanbul için Bizans ruhu ve haçlı zihniyetini çok net bir şekilde yansıtan bu ifadeler, şüphesiz ki yaşatılmaya çalışılan bir idealin ve öfkenin dışa yansımasından başka bir şey değildir. İşte Türkiye ve İstanbul’a sahip çıkarken, hep bu şuur ve inançla davranmalı ve Kostantiyye’yi İstanbul-İslambol yapan ruh ve inancı sürekli canlı tutmanın gayretini yaşamalıyız.
Bir şehirde olması gereken bütün güzellikler, İstanbul’un coğrafyasında en güzel bir terkip ile bir araya getirilmiş ve bu zeminde arz-ı endam etmiştir.
İstanbul, Bediüzzaman Hazretlerinin birçok yerde sena ettiği bir şehir ve dilinde “dünya cenneti” olarak ifadesini bulur.
Dünyada, tarihin, tarihi eserlerin ve coğrafyanın bu kadar mükemmel bir uyum içinde olduğu başka bir şehir var mıdır, bilemiyorum.
Dört bir yanında tarih, ötelerden seslenir.
Taş, toprak, deniz, hava bu kaynaktan beslenir.
Napolyon’un çok ilginç bir ifadesi vardır: “Dünya bir ülkeden ibaret olsaydı, onun başşehri İstanbul olurdu”
Birçok şairin İstanbul aşkı elbette boşuna değil.
Rabbim bu şehirde âşık olunacak birçok güzellikler yaratmış.
İşte bu güzellikler mısra mısra şairlerin kaleminden dökülmüş ve ölümsüz eserler olarak gelecek nesillere bırakılmıştır.
Nedim’in, Yahya Kemal Beyatlı’nın, Necip Fazıl Kısakürek’in ve daha birçok şairin, şiir ve yazılarında, bu şehre olan sevdaları büyük bir haz ve edebi incelik ile kendini gösterir ve defalarca okunduğu halde usanç vermez.
Elbette şair ve yazarların eserlerinde mübalağa vardır. Fakat konu İstanbul olunca, “acaba burada mübalağa var mıdır” diye insan kendine sormadan edemiyor.
Nedim’ın şiirlerinde bu aşk ve sevdanın en bariz misallerini görmek mümkündür:
Bu şehr-i İstanbul ki bî mislü behâdır
Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedadır
“Bu İstanbul şehrine paha biçilemez ve bir taşına acem (İran) mülkünün tamamı feda edilir.”
Bir gevher-i yekpâre iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır
“İki deniz (Marmara ve Karadeniz) arasında yekpare bir cevherdir, dünyaya ışık saçan güneş ile kıyaslansa uygundur.”
Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî
Ebrû-yı melek anlara mihrab-ı duadır
“Şehrin camilerinin her biri, her yerden tecelli eden-görünen dağlar gibidir, camilerinde dua edilen yerler, meleklerin kaşı gibidir.”
Makedonya’nın başkenti Üsküp’te dünyaya gelen ve eğitim maksadıyla İstanbul’a gelen Yahya Kemal Beyatlı, tam bir İstanbul aşığı şair ve yazarlardan. Bir dönem Milletvekilliği de yapan Yahya Kemal, “Ankara’nın nesini seviyorsun” sorusuna “İstanbul’a dönüşünü” diyecek kadar bu şehre olan sevgisini ve buradan uzak kalmanın verdiği büyük özlemi yaşayanlardan.
Yahya Kemal birçok yazı ve şiirinde bu sevgisini çok edebi ve ustaca dile getirmiş. “Ve böylece “İstanbul Sevdalısı Bir Şair” unvanını tam anlamıyla hak etmiş. İstanbul’u anlattığı en güzel şiirlerinden birisi hiç şüphesiz “Aziz İstanbul’dur:
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.’’
“İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar’’ şiiri, Yahya Kemal’in, İstanbul ile ilgili olarak duygularını ve sevgisini çok güzel ifade ettiği bir başka şiiridir.
Üsküdar, bir ulu rü'yayı görenler şehri!
Seni gıpta ile hatırlar vatanın her şehri.Hepsi der: "Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul'u fethettiğimiz mutlu günü!"Elli üç gün en mehâbetli temâşâ idi o!
Sanki halkın uyanık gördüğü rü'yâ idi o!Şimdi beş yüz sene geçmiş o büyük hatırâdan;
Eli üç günde o hengâme görülmüş buradan.*****
Son günün cengi olurken ne şafakmış o şafak,
Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak,
Görmüş İstanbul'a yüz bin meleğin uçtuğunu;
Saklamış durmuş asırlarca hayâlinde bunu.