Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, tek başına gönderildiği sürgün diyarlarında, etrafında hep kahraman ve civanmert insanları buldu.
Kâinatın Halık’ı, ahir zamanın dehşeti içinde Kur’an hizmeti ile tavzif ettiği bu son Müceddid’e, Anadolu’nun saf, temiz nesepli, kahraman ve fedakâr insanlarını muavin, talebe ve arkadaş olarak gönderdi.
Üstad Said Nursi’ye bu büyük ve zor hizmette, fedakârlığın şahikasına yükselmiş ve adeta seçilmiş, Havari misali büyük kahramanlar yardım etti.
Cebir ve ceberut devrinde, birçok okumuş ve âlim insan, dünyalarına bir zarar gelir korkusu ile kendi içlerine kapandılar.
Sessiz kalmayı yeğlediler.
Bir kısmı ise, daha da ileri giderek, devrin hata ve yanlışlarına fetvacı olmayı tercih ettiler.
Adeta geçici ve fani dünyayı, ebedi ahiret hayatına tercih eder gibi bir tutum takındılar.
Bir kısım insanlar çareyi, kalpleri kırık ve gönülleri buruk bir şekilde vatanlarını terk etmekte buldular, hicret ettiler.
Kederlerini ve hasretlerini içlerine gömdüler.
Gittikleri ülkelerde hizmetlerini yapmaya çalıştılar.
Fakat bir kısım insanlar vardı ki, onlar tam kahraman ve şanlı geçmişlerine yaraşır bir vaziyet takındılar.
Belki büyük bir çoğunluğu âlim değildi.
Aralarında hiç okumamış insanlar da vardı.
Zar zor kendi meramlarını ifade edebilecek kadar okuma ve yazmayı öğrenmeye çalışanlar da bulunuyordu.
İşte bu insanlar çok büyük bir iş başardılar.
Birçok büyük âlimin yüklenmekten çekindiği çok büyük bir vazifeyi, safi bir kalp ve halis bir niyet ile üstlendiler.
Safi bir kalp ve halis bir niyet sahibi olmanın ne kadar önemli olduğunu fiilen ispat ettiler.
Üstad’larının ve Nur’un etrafında tam bir pervane oldular.
Üstad Said Nursi’nin Anadolu’da başlattığı büyük, manevi ve Kur’ani cihad, çok zor şartlarda ve büyük bedeller ödenerek, bu ülkenin bağrına tam anlamıyla yerleşti.
Bu büyük manevi cihad neticesi, Anadolu’yu ve İslam âlemini zulümata mahkûm etmek isteyenlerin hevesleri kursaklarında kaldı.
Bu kahramanlar, tam bir fedakârlık ve cesaret ile Üstad Said Nursi’nin etrafında bir hizmet ve muhabbet halkası oluşturdular.
Bu civanmert insanlar, hiçbir korkuya boyun eğmediler.
Tehditlere, hapislere ve takiplere beş para ehemmiyet vermediler.
Ahir Zamanın beklenen Müceddidi olan Üstad’larına ruh-u candan "Lebbeyk" dediler.
Bu insanları ürkütmek, korkutmak ve kaçırmak için zamanın despot idarecileri her yola başvurdu.
Büyük zulümleri irtikâp etmekten çekinmediler.
Gün oldu bu insanlar karakollarda falakalara yatırıldı.
Tehdit edildiler.
Peşlerine ajanlarını taktılar.
Hapishanelere ve sürgünlere gönderildiler.
Fakat bu seçilmiş, büyük ve şerefli bir vazife ile tavzif edilmiş insanları, hiçbir şekilde korkutmak ve bu büyük hizmetten alıkoymak mümkün olmadı.
Onlar bütün varlıkları ile bu iman hizmetine sarılmaya ve şartlar ne kadar ağırlaşırsa ağırlaşsın hizmet etmeye devam ettiler.
Ahir zamanda, Anadolu’yu ve bütün dünyayı, bu iman ve Kur’an nurları ile aydınlatmak için görevlendirilmiş olan Üstad’larını asla yalnız bırakmadılar.
Onu bir gölge gibi takip ettiler.
Onun canını, kendi canlarından çok daha kıymettar ve aziz bildiler.
Canları pahasına, bu Nurlu hizmetin bir parçası ve bu büyük davanın davacısı olmaya devam ettiler.
Bu civanmert insanlar anadan geçtiler, yardan geçtiler, maldan geçtiler, serden geçtiler.
Fakat Üstad’larından ve davalarından asla vaz geçmediler.
Bu nura tam bir kara sevdalı gibi sarıldılar.
Zarar görme, hapislere düşme ve işkencelere muhatap olma pahasına, kendilerini bütün varlıkları ile bu davaya siper ettiler.
Bu büyük ve fedakâr insanların bu büyük ve kutlu seferi Barla’da başladı.
Tanımadıkları bir garip adamın davasına meftun olarak ve bütün şimşekleri üzerlerine çekme pahasına O’na "lebbeyk" dediler.
Sonra bu büyük ve Nurlu yolculuk; Isparta’da, Eskişehir’de, Kastamonu’da, Denizli’de, Emirdağ’da ve Afyon’da her geçen gün artan bir şevk ve heyecan ile devam etti.
Ardından Ankara, İstanbul, Şanlıurfa, Erzurum, Diyarbakır, Gaziantep, Eskişehir, Van, Erzincan, Bursa, Konya ve diğer birçok şehirlerde, bu ihlaslı ve cesur seslere iştirak eden ve bu çileye talip olan yürekli insanlar çıktı.
Onlar da bu hizmetin gönüllü ve samimi birer mensubu olmaya çalıştılar.
İmana ve Kur’an’a hizmet etmeyi, dünyanın bütün varlığına tercih ettiler.
Milletin imanını kurtarmaya vesile olmak gibi mukaddes bir gaye uğrunda, hayatlarını hiçe saydılar.
Öyle bir an geldi ki, bu yürekli sesler ve kahraman insanlar, seslerini ülkenin her tarafına işittirdiler.
Her yere ulaştılar ve her ili dolaştılar.
Sonra bu sesler bütün dünyada yankılanmaya başladı.
Anadolu’nun bağrından çıkan bu insanlar, giderek genişleyen ve zaman geçtikçe daha da parlayan ve büyüyen dalgalar halinde bütün dünyayı aydınlatmaya başladılar.
Said Nursi’nin formülünü verdiği "Haliliye Mesleği"nin birer sadık ve ihlaslı temsilcisi oldular.
Hiçbir şey talep etmediler.
Hiçbir şey istemediler.
Safi bir kalp ve samimi bir niyetle yalnız ve yalnız Allah’ın rızasını tahsil etmeye çalıştılar.
Birbirlerine ve Allah’a gönülden ve samimi bir "Halil" olmak için her fedakârlığa razı oldular.
Arkadaşları, çevreleri, dostları, akrabaları onları anlamakta zorlu çekti.
Bazen en yakınları dahi, onları vaz geçirmek için büyük gayret gösterdiler, bin dereden su getirdiler.
Fakat onları vaz geçirmek, bu yoldan çevirmek mümkün olmadı.
Bir dava uğruna hayatını hakir gören bu mümtaz ve seçilmiş insanları anlatmak, onların yaydığı ışığa ayine olmaya çalışmak, davalarını genç nesillere tanıtmak bizi bekleyen çok önemli bir vazife.
Bu bizim, bu milletin ve Nur Talebelerinin bir vefa borcudur.
Her birisi birer gerçek "Halil" olan ve Hazret-i İbrahim’in dostluk ve feragat mesleğini dava olarak benimsemiş bu insanlar, hangi yolu takip ettiler?
Hangi prensipleri hayat pusulası haline getirdiler?
Üstad’larının "Hillet meşrepli Haliliye mesleği" olarak adlandırdığı ve Risale-i Nur eserlerinde temel özellikleri ifade edilen bu hizmetin mensupları hangi hususları rehber edindiler?
Bütün bu hususlar üzerinde kafa yorarak ve bu büyük ve şerefli hizmete yapılabilecek azami katkı için bu Nurları tanıyan ve talebe olan herkes, tam bir gayret ve kahramanlık ile çalışmalıdır.
Bu hakikatlerden habersiz ve ihtiyaç içinde olan insanların imanlarını kurtarmaya vesile olmak için gerekli olan bütün adımlar atılmalı ve güzel çalışmalar yapılmalıdır.
Rabbim, bu yolda yapacağımız bütün çalışmaları ve emeklerimizi "ihlaslı bir hizmet olarak" rahmet ve keremi ile kabul etsin.
Haliliye Mesleğinin birer mensubu olmak şerefi, bizim için kâfidir.
Duamız ve ilticamız, her şeyin Hâkim’i ve her şeyin Malik’i olan Rabbimizedir.