Rabbimiz, bütün müminleri kardeş kılmıştır. Aynı imana sahip olan insanlar arasında sathi, geçici, dünyevi bazı ayrılıklar dışında herhangi bir ayrılık, gayrılık ve farklılık yoktur. İşte bunun için iman ve Allah’a muhatap olma noktasında eşit olan bu kardeşlerin, birbirlerine her konuda yardımcı olmaları, destek çıkmaları imanlarının gereğidir.
Aslında mahiyet itibariyle, iman kardeşliği, nesebi kardeşlikten çok daha üstündür ve öncelikli bazı hususiyetlere sahiptir. Dünyevi bir şekilde nesebi olarak kardeş olan insanların, iman cihetinde bir kardeşlikleri olmaması halinde, bu durum ancak kabir kapısına kadardır. Oysa müminlerin kardeşliği ebedidir ve Rabbimizin kardeş kıldığı müminler arasındaki kardeşlik münasebeti, her türlü dünyevi kaygı ve menfaatin üstündedir.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, İslam’ın önemli şiarlarından olan bu konuya çok özel bir önem atfetmekte ve eserlerinde konuya sık sık temas etmektedir. Hatta Uhuvvet Risalesi başlıklı ayrı bir risalenin de yazılmış olması, bu konuya verilmesi gereken önemin bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Nur Talebelerini birbirine bağlayan en önemli rabıta olarak uhuvvete her vesile ile işaret edilmekte, bu hizmet metodunu esas olarak kabul edenlerin önünde her daim rehber olarak kabul edecekleri bir pusula vazifesi görmektedir.
Bu kardeşliğin derecesinin, zaman zaman aynı bedenin farklı uzuvları olarak ifade edilmiş olması da, buna yüklenen manayı çok daha anlamlı kılmaktadır. "Farklı bedenlerde tek ruh gibi olmak" olarak ifade edebileceğimiz, bu ileri kardeşlik düşüncesinin, iman ve Kur’an hizmetinin her merhalesinde cari olması gerekmektedir.
İhlasın üçüncü düsturunda geçen aşağıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere, bu kardeşliğin sınırlarının maddi bütün menfaat ve kaygıların çok ötesine, daha çok uhrevi hizmet noktasına kadar bile uzanmasının lüzumu ve kardeşliğin hukukunun manevi bir menfaate dahi feda edilmemesi gerektiği şu şekilde ifade edilmektedir:
"Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz. Hattâ, en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü’mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir."
(Lem’alar, sayfa; 166)
İhlas Risalesinde geçen bu ifadeler, kardeşliğin ulaşması gereken sınırları göstermesi açısından çok ilginçtir. "Şeref, makam, teveccüh ve maddi menfaat" her nefsin arzu ettiği ve kolay kolay terk edilmeyen hasletler olarak bilinmektedir. Bütün insanlar toplum içinde şeref noktasında en üstün mevkide bulunmak isterlerken, aynı zamanda makam sahibi olmayı, insanların teveccüh ve ilgisine mazhar olmayı arzu ederler.
Aynı şekilde maddi menfaat için çok şeylerin feda edildiği, aileler içinde çok sayıda problemin yaşandığı, arkadaşların ve kardeşlerin feda edildiği bir dünyada yaşadığımız bilinmektedir. Bu hasletlerin insan hayatında ön plana çıkmasında, ahir zamanın getirdiği dehşetli hayat tarzının, medyanın gücünün, ihtiyaçların dörtten, dört yüze çıkmasının çok büyük rolü olduğunu biliyoruz.
İşte insanların şahsi hayatlarında çok önemli bir yer işgal eden ve çoğu insan için vaz geçilmez olan bu hasletlerin, ihlası kazanmak ve "haliliye" mesleğinin bir mensubu olabilmek için feda edilmesi gerektiğini ve hizmetteki kardeşinin nefsinin, bu konuda insanın kendi nefsine tercih edilmesi gerektiğini ifade eden Üstad Said Nursi, manevi kemalat ve terakki noktasında da büyük bir hedefi işaret etmektedir.
Bu konuda uhrevi hizmetlerde bile kardeşini tercih etme tavsiyesi çok manidardır. Manevi olarak yapılan, hiçbir maddi karşılık beklemeden sırf Allah rızasını kazanmaya yönelik hizmetlerde bile kardeşini tercih etme hasleti, insanların "ucb" ile büyük bir tehlikeye yuvarlanmalarının önüne geçer. Belki bu sayede "ucb"dan kurtulan müminler, böyle bir tercih ve feragat ile daha büyük sevap ve manevi makamlara bile nail olabilirler.
Risale-i Nur hizmetinin esası, kardeşlik üzerine kurulmuştur. Nur Talebelerinin baskı ve zulüm yıllarında, birbirleri ile göstermiş oldukları kardeşlik, dayanışma, tesanüt ve ittihat, bu büyük başarının en önemli sebeplerinden birisi olarak ifade edilmelidir. Çünkü maddi olarak hiçbir şeye sahip olmayan ve kendilerini ne pahasına olursa olsun bitirmeyi kafasına koyan bir devlet gücü karşısında, ayakta durabilmeyi ve bu mücadeleyi galibiyet ile noktalamayı başka türlü izah etmek mümkün değildir.
Bazı farklı fıtratlar ve hizmet metotları bile asla bir tartışma ve çekişme vesilesi yapılmamış, bir zenginlik ve farklı fıtratlara ulaşabilmenin vasıtası olarak kabul edilmiştir. Üstad Said Nursi’nin Nur Talebelerine yaptığı şu uyarı, bugün farklı kulvarlarda hizmet eden bütün hizmet ehli için de önemli bir rehber olacak niteliktedir:
"Başta Hüsrev olarak, o erkanların hiçbir hareketini tenkit etmemek ve kemal-i ihlas ve samimiyetle onlara tesanüt ve tam kardeş olmak lazım gelir."
(Emirdağ Lahikası, S: 290 )
Aslında kardeşlik konusuna yapılan vurguların ve bu konuda yapılan şiddetli ikaz ve tavsiyelerin çok farklı bazı nedenleri daha bulunmaktadır. Fitne ve fesat ehlinin, müminleri ve iman hizmetinde bulunan insanları bazı zaaflarından yararlanıp birbirine düşürerek düşman etmesi veya en azından tesanütlerini kırarak kuvvetlerini azaltmaya çalışmaları her zaman mümkündür ve sık sık başvurulan bir yoldur. Bu mühim nokta içindir k Üstad Said Nursi, üç değerli talebesi Refet, Mehmed Feyzi ve Sabri’ye hitaben yazdığı bir mektupta bu planlardan bahsetmekte ve şiddetle kardeşlik ve tesanüdü tavsiye etmektedir:
"Ben şiddetli bir işaret ve mânevî bir ihtarla sizin üçünüzden, Risale-i Nur'un hatırı ve bu bayramın hürmeti ve eski hukukumuzun hakkı için çok rica ederim ki, dehşetli yeni bir yaramızın tedavisine çalışınız. Çünkü gizli düşmanlarımız iki plânı takip edip, biri beni ihanetlerle çürütmek, ikincisi mâbeynimize bir soğukluk vermektir. Başta Hüsrev aleyhinde bir tenkit ve itiraz ve gücenmekle bizi birbirimizden ayırmaktır. Ben size ilân ederim ki, Hüsrev'in bin kusuru olsa ben onun aleyhinde bulunmaktan korkarım. Çünkü şimdi onun aleyhinde bulunmak, doğrudan doğruya Risale-i Nur aleyhinde ve benim aleyhimde ve bizi perişan edenlerin lehinde bir azîm hıyanettir ki, benim sobamın parçalanması gibi acîp, sebepsiz bir hadise başıma geldi. Ve bana yapılan bu son işkence dahi bu mânâsız ve çok zararlı tesanütsüzlüğünüzden geldiğine kanaatim var. Dehşetli bir parmak buraya, hususan altıncıya karışıyor. Beni bu bayramımda ağlatmayınız, çabuk kalben tam barışınız.
(Şualar. S: 443-444)
Burada önemli bir oyun ve fitneye işaret edilmekte, kardeşliğe zarar verebilecek bazı oyunların varlığı nazara verilmektedir. Böyle durumlarda, elbette iman ve Kur’an hizmeti için beraber çalışan insanların, şahsi bazı kusurları nazara almayarak, hatta fedakârlık göstererek, bu saldırı ve tezgâhlara zemin hazırlamamaları gerekmektedir. İman ve Kur’an hizmetinin ehemmiyeti ile birlikte kardeşlik hukuku, böyle bir beraberlik ve dayanışmayı zorunlu kılmaktadır.
Bir diğer önemli nokta da, Haliliye Mesleği olarak adlandırdığımız Risale-i Nur mesleğinin, kardeşlik için çok uygun şartlara ve özelliklere sahip olmasıdır. Çünkü "Haliliye Mesleği," bir İlim ve İrfan Mektebidir ve burada tahsil gören bütün öğrenciler eşit şartlara ve haklara sahiptirler. Herkes okuldaki başarısı ve derslere olan ilgisi çerçevesinde kıymet kazanır. Burada, özel makamlar ve dereceler söz konusu değildir. Başarıya ve çalışmaya talip olan herkes için, yeterli sayıda makam ve derece vardır. Onun için herhangi bir çekişme ve çatışmaya asla yer olamaz.
"Evet, eğer mesleğimiz şeyhlik olsaydı, makam bir olurdu veyahut mahdut makamlar bulunurdu. O makama müteaddit istidatlar namzet olurdu. Gıptakârâne bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir; gıptakârâne müzâhameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur, hizmetini tekmil eder. Pederâne, mürşidâne mesleklerdeki gıptakârâne hırs-ı sevap ve ulüvv-ü himmet cihetiyle çok zararlı ve hatarlı neticeler vücuda geldiğine delil, ehl-i tarikatin o kadar mühim ve azîm kemâlâtları ve menfaatleri içindeki ihtilâfâtın ve rekabetin verdiği vahîm neticelerdir ki, onların o azîm, kudsî kuvvetleri bid’a rüzgârlarına karşı dayanamıyor."
(Lem’alar, sayfa; 170)
Hulusi Yahyagil Ağabeyin, konu ile ilgili olarak ifade ettikleri, bu çok önemli konuda, Nur Talebeleri için çok önemli bir kılavuz mahiyetindedir: "Ben size bir şey söyleyeyim mi, bir sır söyleyeyim mi? Nur Talebesinde uhuvvet ruhu gelişmezse o Nur Talebesinde marifet sırrı da gelişmiyor, açılmıyor. Çünkü uhuvvet, Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin ruh-u manevisi hükmündedir. Uhuvvet, davanın kayyumu manasındadır. Uhuvvet ruhu çökünce Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine de, alakadarlık noktasında gelen füyuzât artık gelmiyor. Risale-i Nur Talebesi Risaleyi okuyor, malumatı artıyor. Fakat marifeti, istikameti ve ihlâsı artmıyor. Cenab-ı Hak bu vartalardan ve bu tehlikelerden hepimizi muhafaza etsin. Uhuvvet ruhu gelişmeyen bir Nur Talebesinde yalnız mâlûmat gelişse, o zaman onunla tahakküm yapar, sanki gardiyan olur. Elinde bir düdük öttürür, yatılacak, kalkılacak, Allah korusun. Cenab-ı Hak bu vartalardan da bizi muhafaza etsin. İşte bu müthiş marazın merhemi ihlâstır. Yani hakperestliği, nefisperestliğe tercih etmek. Hakkın hatırı, nefsin ve enaniyetin hatırına galip gelmekle “İn ecriye illâ alallah” (Benim ücretim yalnızca Allah’a aittır. Sebe-47) sırrına mazhar olur." Bu önemli konu ile ilgili olarak çok şeyler ifade edilebilir.
Bu önemli konuya, Said Özdemir Ağabey’in kendisini son ziyaretinde Üstad Said Nursi’nin ifade ettiği şu sözler ile noktayı koyalım. ‘Kardeşim! Sana son nasihatim. Hizmeti düşünmeyin. Cenab-ı Hak, en muhaliflere bu hizmeti yaptıracak. Sizin düşüneceğiniz; uhuvvet, muhabbet, ittihat, tesanüttür.’
Bizler de bütün hizmetimizde İhlas ile birlikte; kardeşlerimiz ve ehl-i iman arasında uhuvvet, muhabbet, ittihat ve tesanüdü temin ve devam ettirmekle mükellefiz. Netice ise Rabbimizin takdirine bağlıdır.