Bursa, Anadolu coğrafyasının güzide ve kadim şehirlerinden birisidir. Uludağ’ın kuzeybatı eteklerinde ve aynı adı taşıyan ovanın güney kenarında kurulan şehir, coğrafi konumu itibariyle çok önemli bir bölgede olmakla birlikte, tarihi olarak da çok büyük misyon ve sorumluluklar yüklenmiş nadide vilayetlerimizdendir.
Bursa’nın tarihi ilk çağlara kadar uzanır. Şehir ismini, Bursa'nın kurucusu olarak kabul edilen Bithynia (Bitinya) kralı I. Prousias’tan (Prusa) alır. Şehir, M.Ö. 3. Asrın sonlarına doğru Prusa tarafından kurulmuş ve kendi ismi verilmiştir. Fakat yapılan araştırmalarda şehrin bu tarihten önce de var olduğu ve bu tarih ile birlikte gelişmeye başladığı belirlenmiştir.
Bursa ve civarında, Ilıpınar bölgesinde M.Ö. 5000`li yıllardan itibaren çeşitli yerleşimlerin olduğu biliniyor. Nilüfer bölgesinde Akçalar Aktopraklık mevkiinde yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında tarih öncesi döneme ait ilk çiftçi topluluklarına ait izlere rastlanmıştır. Bu bölgenin M.Ö. 6300 yıllarından M.S. 2. yüzyıla kadar iskân edildiği anlaşılmaktadır. Aktopraklık, özellikle ilk çiftçi toplulukların ortaya çıkışı ve Anadolu`dan Avrupa`ya yayılımı konusunda kritik bir öneme sahiptir.
M.Ö. 74. Yılda son Bitinya Kralının ölmesi ile birlikte, bölgede Roma Cumhuriyetinin egemenliği başlamıştır. Daha sonraki yüzyıllarda Bizans hâkimiyeti altında bulunan şehir, bölgenin en gözde şehirlerinden birisi olarak önemli bir garnizon merkezi haline getirilmiştir.
Anadolu coğrafyasında hükümran olan Anadolu Selçuklu Devleti, belirli dönemlerde ve belirli aralıklarla Bursa ve çevresinde hükümran olmuş ve bu hakimiyeti fasılalarla birlikte yıkılışına kadar devam etmiştir. Bu çerçevede İznik, 1075-1096 yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti`nin başkentliğini yapmıştır. Anadolu Selçuklu Devletinin İznik’i başkent yapması, daha sonra kurulan beyliklerde de bu bölge üzerinde büyük bir ilginin oluşmasının kapılarını aralamıştır. Daha sonra bölge yeniden Haçlı ve Bizanslıların eline geçmiştir.
Bilindiği üzere, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra, Anadolu coğrafyasında çok sayıda beylik kurulmuş ve bu beylikler belirli dönemler içerisinde bu topraklarda varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Bilecik-Söğüt çevresinde Ertuğrul Gazi oğlu Osman Bey tarafından kurulan Osmanlı Beyliği, kısa süre içerisinde bu bölgede etkinliğini artırmış ve geniş bir coğrafyada hükümran olmaya başlamıştır.
Osman Bey, aralarında Mudanya, Gemlik ve Orhaneli’nin de bulunduğu Bursa’nın çevresinde bulunan birçok hisar ve bölgeyi fethederek beyliğinin sınırlarına dâhil etmiştir. Bu çerçevede Osmanlı Beyliği, ‘’Birlikten kuvvet doğar’’ inancı ile hareket ederek diğer beyliklerle birlik ve beraberlik için büyük gayretler göstermiş ve bu çağrıya olumlu cevap vermeyen diğer beylikleri de belirli bir süreç içerisinde bu devletin toprakları içine katarak, ‘’İla-yı Kelimetullah’’ ideali çerçevesinde çok büyük fetih ve zaferlere müyesser olmuştur.
Bu ideal çerçevesinde Bilecik-Söğüt çevresinde egemenliğini sürdüren Osmanlı Beyliğinin kurucusu Osman Gazi tarafından Bursa 1316 yılında kuşatma altına alınmış, ancak vefatından sonra oğlu Orhan Gazi tarafından 6 Nisan 1326 tarihinde fethedilmiştir. Bu fethin ardından Bizanslı komutan ile birlikte bazı kişilerin şehirden ayrılıp İstanbul’a gitmelerine izin verildi. Orhan Gazi bu fetih ile birlikte kale içinde bulunan manastırı Fethiye hatırası olarak camiye çevirdi. Bu fethin ardından 1335 yılında beyliğin başkenti Bursa’ya taşınmış ve bu tarihten itibaren şehirde, hem askeri ve hem de ticari yönden büyük bir hareketlilik ve canlılık başlamıştır. Bu fetih ile birlikte Osmanlı Devleti büyük bir devlet olma ideali yolunda çok büyük bir adım atmış, ilk Osmanlı parası (gümüş sikke-akçe) bu şehirde basılmış ve büyük bir mesafe kat etmiştir.
Bu önemli fethin ardından Bursa’nın çehresi değişmeye başlamıştır. Orhan Gazi fetihler ile birlikte imar ve inşa faaliyetlerine de çok büyük önem vermiş, işe surların içinin imar edilmesiyle başlanmış, hamamlar, medreseler, camiler inşa edilmiştir. Nüfusun artması ve gelişen üretimin daha büyük pazarlara ihtiyaç duyması üzerine, Orhan Gazi şehri hisarın dışına çıkararak Orhan Gazi Külliyesi`ni ve Tahtakale semtini kurmuştur.
Orta Anadolu`dan gelen Türkmen ailelerin ve özellikle Ahilerin kente yerleştirilmesi ile birlikte, şehri bir kültür merkezi haline getiren sanatkarlar, ulema ve tasavvuf erbabının sayısında meydana gelen artış, Bursa’nın maddi havasının yanında manevi havasını da değiştirmeye başlamıştır.
Daha önceki dönemde hisar bölgesinde küçük bir yerleşim merkezi olan Bursa, Osmanlı Beyliği ile birlikte gelişmeye ve büyüme dönemine girmiş, çevreden de bol miktarda göç almaya başlamıştır. Bu dönemde, büyük bir çoğunluğu bugün dahi ayakta kalmayı başarmış çok sayıda cami, han, medrese, hamam, imarethane ve darüşşifa yapılmıştır.
Orhan Gazi`nin vefatından sonra devletin başına geçen Murad Hüdavendigar (1362-1389) döneminde şehir batıya, Çekirge bölgesine doğru büyümeye ve genişlemeye başlamıştır. Sultan Murad’ın Çekirge`de yaptırdığı külliye, birçok özelliği ile farklı bir şekilde tasarlanmıştır. Üst katı medrese olarak kullanılan külliye; cami, imaret, hamam ve türbeden oluşuyordu. Devletin başkenti, Sultan I. Murad döneminde, 1363 yılında Edirne’ye taşınsa bile, Bursa`nın `payitaht` olma özelliği devam etmiştir. Balkanlardaki gelişmeler ve buralara yönelik fetih çalışmaları sırasında Edirne’nin geçici merkez olarak kullanılması uygun görülmüştür.
Fethinden kısa bir müddet sonra İstanbul’un fethine kadar; İznik’in sembolik başkentliği (1331-1335) ve Edirne’nin serhat başkentliği dışında, Bursa Osmanlı Devleti’ne başkentlik yaparak büyük bir şerefle önemli bir hizmet ifa etmiştir. İstanbul’un fethinden Cumhuriyetin kuruluşuna kadar da Bursa, Hüdavendigar Vilayeti’nin (Livası) bir sancağı olarak idari teşkilatta yerini almıştır.
Bursa en büyük gelişmeyi, hiç şüphesiz Yıldırım Bayezid Han (1389 -1402) döneminde yaşamıştır. 1399 yılında Ulu Cami inşa edilmiş, Yıldırım Külliyesi ile şehrin doğu tarafında da çok önemli imar faaliyetlerine girişilmiştir. Yıldırım Bayezid’in 1402 yılında yapılan Ankara savaşında Timur’a karşı yenilmesi ile birlikte on bir yıl süren talihsiz ‘’Fetret Devri’’ başlamıştır.
Yıldırım Bayezid'in 1402 yılında Ankara’da yapılan savaşta Timur'un kuvvetlerine karşı yenilgiye uğramasının ardından, bu güzel ve mamur şehir, Timur'un torunu Muhammed Sultan Mirza tarafından işgal edildikten sonra yağmalanıp ateşe verildi. Bu yağmalama ve yangın sırasında, ilk Osmanlı padişahlarına ait resmî vesikalar ve birçok telif eserin imha edildiği de bilinmektedir. Bu yağmalama ile birlikte şehir çok büyük yara almasına rağmen, 1453'te Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethetmesine kadar olan süre boyunca imparatorluğun en önemli idari ve ticaret merkezi olarak kalma vasfını devam ettirdi. Cenevizliler, Venedikliler ve dünyanın birçok yöresinden tüccarlar bu dönemlerde Bursa çarşı ve hanlarında ticaretlerini rahat bir şekilde yapıyorlardı. Getirdikleri ürünleri burada satıyor ve buradan aldıkları ürünleri de memleketlerine götürüyorlardı.