Gezimizde Azerbaycan programı da vardı. Ancak, pandemi ve diğer bazı sebeplerden dolayı Azerbaycan hükümeti toplu girişlere izin vermediği için İran’a geçmek üzere Türkiye’ye giriş yapmamız gerekiyordu. Bu sefer yeniden Ahıska’ya uğruyor, Posof ilçesine bağlı olan Türkgözü sınır kapısına yöneliyor ve kısa süren işlemlerin ardından yurda giriş yapıyoruz.
Yurda giriş yaptıktan sonra, Türkiye’nin kuzey-doğu bölgesinin en uç noktalarından birisi olan Posof’a uğruyoruz. Posof, Ardahan ilimize bağlı bir ilçe ve Ahıska’ya çok yakın. Burada yaşayan insanların önemli bir oranı Ahıskalı. Burada bizleri dağlar arasında, son derece nezih ve huzur verici ortama sahip bir ilçemiz ve buranın sıcak ve misafirperver insanları karşılıyor. İlçeyi boydan boya geçen Posof Çayı, Gürcistan topraklarına girdikten sonra Kura nehri ile birleşiyor ve Hazar Denizine dökülüyor. Posof’un nüfusu her geçen yıl azalmaya devam etmekte ve bütün köyleri ile birlikte 7 bin civarında bulunmaktadır. Posof çok önemli arıcılık merkezlerindendir ve son derece kaliteli ballar üretilmektedir. Hayvancılık ve tarım da ilçenin önemli gelir kaynaklarındandır. İlçede yaşayan insanların ve görevlilerin adeta imece usulü ve el birliği ile hazırladığı ve hizmette kusur etmediği yemeğimizi yerken, Posof’lu Halk Aşığı Halil İbrahim Ataman’ın güzel şiirlerini ve hoş sohbetini dinliyoruz ve ardından Kars’a doğru yola devam ediyoruz.
Geceyi Kars’ta geçiriyoruz. Sabah zaman darlığı nedeniyle kapsamlı bir gezimiz olmasa da şehirde bir genel tur attıktan sonra Ani Harabelerine doğru yöneliyoruz. Kars’ta çok sayıda tarihi eser, Kars Kalesi, camiler, taş binalar ve ilginç bazı yapılar hemen dikkatleri çekiyor. 2016 yılında UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası” listesine alınan Ani Harabeleri, Türklerin Anadolu’ya girişte, Malazgirt’ten önce yerleştikleri ilk bölge. Binlerce yıllık tarihi bir geçmişe sahip olan Ani Şehri, birçok medeniyete başkentlik ve ev sahipliği yapmıştır. Bölgede bir camii, birkaç tane kilise ve katedral ve diğer bazı yapılar dikkat çekiyor. Ermenistan ile sınır komşusu olan bölgede, bin yıl öncesinin izlerine şahit olmanın heyecanını yaşıyoruz. Bölge tam bir koruma altına alınarak, müze anlayışı ve hassasiyeti ile misafirler tarafından ziyaret ediliyor. Bu bölgede bulunan Arpaçay nehri, Türkiye ile Ermenistan arasında sınırı oluşturuyor.
Kars’tan sonra rotamızı, İran’a geçmek üzere Doğubayazıt’a çeviriyoruz. Tarihi ve turistik öneme sahip olan bu ilçemiz çok önemli bir konumda. Ağrı ilimizi anlatırken bu ilçemiz hakkında da kısa bazı bilgiler vermiştik. Kısa bir moladan sonra İran’a geçmek üzere Gürbulak sınır kapısına doğru hareket ediyoruz. İkinci sefer yurt dışına çıkacak ve aynı zorlukları yaşayacağız. İran’a geçmek için çok daha fazla zaman beklemek durumunda kalıyoruz. İran’a giriş yapmak için pasaport ve aşı kartlarına bakılıyor. Bundan dolayı seyahat ekibinden on kadar arkadaşımız Doğubayazıt’ta kalıyor. Türkiye tarafındaki kapıda işlemler daha kısa sürede hal ediliyor. İran tarafında giriş yapabilmek için bizleri bazı zorlu formaliteler ve tam da anlayamadığımız prosedürler bekliyor. Bu gereksiz formalite ve zaman kaybı, bütün kafileyi hem yoruyor ve hem de üzüyor. On üç sene önce aynı kapıdan İran’a bir başka seyahatim olmuştu. Fakat otobüste çok sayıda yolcu olmasından dolayı bu sefer epeyce meşakkat çekiyoruz. İran sınır kapısında yapılan yorucu giriş işlemlerinden sonra, otobüsümüz yeniden harekete geçiyor ve İran içlerine doğru yol alıyoruz.
Sınıra çok yakın olan Bazergan şehrine uğradıktan sonra Makü’ye ulaşıyoruz. Gece geç vakit ulaştığımız Makü’de, epey zor şartlarla bir konaklama yapıyoruz. Makü’yü gezme imkânımız olmuyor. Türkiye sınırına 22 km. mesafede olan Makü, tarihi bir şehir. Aynı zamanda Türkiye sınırına yakın olması hasebiyle, önemli ticaret merkezlerinden birisidir. Daha önceki ziyaretimde hareketli ve bereketli çarşısını ziyaret etme ve alışveriş yapma imkânı bulmuştum. İran’ın Batı Azerbaycan’ında bulunan Makü, Tebriz yolu üzerinde bulunan önemli yerleşim merkezlerinden birisidir. Burada çoğunlukla Azeri Türkleri olmak üzere, çok sayıda Kürt de yaşamaktadır.
Sabah fazla vakit geçirmeden Tebriz’e doğru yol almaya başlıyoruz. Bizi uzun bir yol bekliyor. Bir ilim, kültür, edebiyat ve sanat şehri olan Tebriz’de gezilecek çok fazla mekân var, fakat bizim zamanımız son derece kısıtlı.
Tebriz, İran’ın kuzeybatısında bulunan ve Doğu Azerbaycan olarak adlandırılan bölgenin yönetim merkezi. “İran’da bir Türk Şehri” olarak ifade edilen şehrin tarihi, altı bin yıllık bir geçmişe dayanıyor. Kaynaklarda ismi Tibriz olarak geçen şehir, geçmişte çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış. Şehirde hemen hemen herkes Azeri Türkçesi ile konuşuyor. Onun için şehirde gezerken hiçbir zorluk ve yabancılık yaşanmıyor. İran’ın en büyük gölü olan Urmiye’nin kıyısında bulunan en büyük yerleşim yeri Tebriz’dir.
Tebriz, Hz. Ömer döneminde İslam topraklarına katıldı. 1054 yılında Selçuklular bu bölgeyi hâkimiyetleri altına aldılar. 1225 yılında Tebriz ve çevresini ele geçiren Celaleddin Harzemşah, burayı merkez olarak kullandı. Moğol işgali sırasında şehre büyük zarar verildi. Şehirde, ardı ardına İlhanlılar, Timur İmparatorluğu, Karakoyunlular ve Akkoyunlular hâkimiyet sağladı. Bu dönemlerde Tebriz ve çevresinde çok sayıda medrese faaliyete geçti ve buralarda çok sayıda ilim adamı yetişti. Bugün de şehirde eğitim hayatı son derece canlıdır ve çok sayıda Üniversite ile eğitim alanında önemli bir yere sahip olmaya devam etmektedir. Şah İsmail 1502 tarihinde Tebriz’i, Safevilerin başkenti olarak ilan etti. 1514 yılında Yavuz Sultan Selim, Tebriz şehrini ele geçirdi. Şehir iki yüz yıl boyunca birkaç defa Safeviler ile Osmanlılar arasında el değiştirdi. Tebriz, Çarlık döneminde Ruslar ve komünizm döneminde de Sovyetler Birliği orduları tarafından işgallere uğradı. 1946 yılında İran hükümeti tarafından şehir ele geçirildi ve İran devletinin bir parçası haline getirildi.
Tebriz’de yaşayan insanların önemli bir çoğunluğunu Azeri Türkleri oluşturmaktadır. Çok daha az oranlarda olacak şekilde şehirde yaşayan bir Fars nüfustan da bahsedebiliriz. Önemli bir fay hattı üzerinde bulunan Tebriz’de tarih boyunca çok sayıda deprem meydana gelmiş ve bu depremlerde toplam olarak yüzbinlerce insan hayatını kaybetmiştir. Bazı depremlerin şehirde çok büyük tahribat ve yıkıma sebep olduğu bilinmektedir. Şehirde aynı zamanda çok sayıda sıcak su kaynağı ve kaplıca bulunmaktadır. Tebriz’in hamam ve kaplıcalarının bazı hastalıkların şifasında büyük faydaları olduğundan bahsedilmektedir. Bu sebeple Tebriz isminin ortaya çıkışı bazı rivayetlere göre Abbasî Halifesi Harun Reşit’in eşi Zübeyde Hatun’a atfedilmiştir. 791 yılında ateşli bir hastalığa yakalanan Zübeyde Hatun namını duyduğu bu şehre gelmiş, kaplıcalarında bir müddet yıkanmış ve şifa bulmuştur. Tebriz’deki kaplıcalarının bu tedavi edici özelliğinden dolayı Evliya Çelebi, şehre “Teb-riz” (sıtma dökücü) adının verildiğini ifade etmiştir.
Doğu ve batı arasında en büyük ticaret merkezlerinden ve pazarlardan birisi olarak kabul edilen Tebriz, bu ticari ve ekonomik önemini her zaman korumaya devam etti. Şehir tarihi İpek ve Baharat Yolu üzerinde. Uzak doğudan gelen kumaşlar, ipekler, baharat ve diğer ticari mallar, Tebriz üzerinden Anadolu ve Batı ülkelerine pazarlandı. Tebriz’de tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de çarşılar, ticaret merkezleri, kapalı çarşılar, bazarlar hep önemini korumaya devam etti. İbn Batuta Seyahatname’sinde; “Benim dünyanın tüm şehirlerinde gördüğüm pazarlar içinde en iyisi Tebriz pazarıdır, pazarda esnaf ve sanatkârların özel yerleri vardır” diye bu çarşı ve pazarlardan bahsetmektedir. Bu çarşılar içinde en çok bilineni “Tebriz Grand Pazarı’dır. “Tebriz Grand Pazarı”nın ilk yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, tarihi anlamı çok büyük olan bu yapı sosyal, ekonomik, politik ve dinî yapı olarak çok önemli bir konumdadır. 3 km’lik alanı kaplayan bu “Grand Pazar”, 2010 yılında “Dünya Miras Listesi”ne alınmıştır. İran’ın birçok önemli petrol şirketi, faaliyetlerine Tebriz’de devam etmektedirler.
Şehirde tarih boyunca birçok büyük eser ve külliye yapılmış ve bunlar halkın hizmetine sunulmuştur. Bir ticaret merkezi olan Tebriz’e devamlı olarak çok sayıda tüccar ve misafir uğradığı için şehirde yüzlerce han, kervansaray ve misafirhane yapılmıştır. Çeşitli savaşlar ve depremler sırasında bu tarihi eserlerden önemli bir kısmı harap olmuş ve kullanılmaz hale gelmiştir. Halen geçmişten günümüze intikal eden ve ziyaretçiler tarafından gezilen çok sayıda han, müze, medrese, camii, külliye, çarşı ve saray önemli tarihi miraslar olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.
Tebriz’de üç milyondan fazla insan yaşamaktadır. Nüfus ve büyüklük olarak Tahran, Meşhed ve Isfahan’dan sonra İran’ın dördüncü büyük şehridir. Şehrin insanları son derece samimi, cana yakın ve misafirperverdir. Şehir ticaret ve ekonomik olarak çok büyük gelişmeler göstermiştir. İran halısının en önemli dokuma merkezlerinden birisi Tebriz’dir. Yüzyıllar boyunca çok farklı motiflerde ve sanat eseri olarak kabul edilen çok sayıda halılar bu şehirde dokunmuştur. Tebriz’de sanayi iş kolları çok farklılık gösterir ve kimya, petrokimya, otomotiv, petrol rafinerisi, çimento, elektrik/elektronik eşya, makina ve tekstil alanlarında çok önemli bazı kuruluşlar ile dikkati çekmektedir.
Tebriz, aynı zamanda tasavvuf ve edebiyat yönünden de çok önemli bir merkez. Şems-i Tebrizi 1185 yılında bu şehirde doğmuş ve Tebriz’in tasavvuf ortamında yetişmiş önemli bir tasavvuf erbabıdır. Tebriz’den Konya’ya kadar gitmiş, Mevlâna Celaleddin-i Rumî’nin muhabbet ve yakınlığına mazhar olmuştur.
Şehri otobüs ile boydan boya turladıktan sonra ilk uğradığımız nokta El Gölü. Daha önceleri Şah Gölü olarak isimlendirilen bölgenin ismi, 1979 devriminden sonra El Gölü olarak değiştirilmiştir. Bu göl, ortasında bir bina ve sulardaki kırmızı balıkları ile dikkat çekiyor. Binanın yapılış tarihi bilinmemektedir. Ancak Abbas Mirza zamanında restore edilmiş ve 1931 yılından itibaren genel mesire yeri şekline dönüşmüştür. Bu mesire yeri, ferah yeşil bir alana sahiptir. Gölün çevresinde çok yoğun bir kalabalık gözlerden kaçmıyor.
El Gölünden sonra, Tebriz’in son derece hareketli ve canlı bir görüntü veren çarşılarına geçiyoruz. Çarşı ve caddeler cıvıl cıvıl ve adeta insan kaynıyor. Dikkatimizi çeken bir noktaya da kısaca değinmek istiyorum. İran’daki kadın giyimi için farklı ülkelerde anlatılan iddiaların ve yapılan spekülasyonların büyük bir çoğunluğunun doğru olmadığını söyleyebiliriz. Kadınların başlarını örtmesinin kanuni bir zorunluluk olması, meseleyi çok sathi ve baştan savma bir şekle dönüştürmüş. Baş örtme ile alakası olmayan bir örtü veya yazmanın saç üstüne konması, kanuni olarak meseleyi hal eden bir görüntü veriyor. Zorlama sonucu yapılan bu giyinme tarzının, tesettürün özü ve ruhu ile hiç bir alakasının olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Esas mesele, tahkiki ve sağlam bir imani eğitimden geçen, kalplere ve ruhlara tamamen hâkim olan bir iman ve bunun içten ve samimi olarak dışa yansıyan bir giyinmeye dönüştüğünü, devrimden sonra geçen 43 yıl boyunca maalesef daha anlaşılmamış. İran devlet yetkililerinin bu konuya gönüllere, akıllara ve kalplere doğru uzanan bir eğitim anlayışı ile yaklaşmaları gerekir.
Çok geniş bir alanda ve her konuda faaliyet gösteren mağaza ve ticaret merkezleri, büyük bir hareketlilik ile faaliyetlerine devam ediyor. Bütün bölgenin insanları, ticaret ve alışverişlerini buralardan yapıyorlar. Ticari olarak Kuzeydoğu İran veya Güney Azerbaycan’ın tam kalbi olarak büyük bir görev yapıyor. Buradaki fiyatlar da küresel olarak devam eden krizden çok büyük oranda etkilenmiş. Daha önceki ziyaretimizde Türkiye ile kıyasladığımız zaman çok ucuza alabildiğimiz bazı mallar, fıstık ve kaju gibi çerezler, diğer bazı ürünler Türkiye’deki fiyatların üzerine çıkmış. Çok büyük petrol ve enerji kaynaklarına sahip olmak, böyle bir krize çözüm olamamış gibi gözüküyor.
Tebriz, günlerce gezilmeyi hak eden bir şehir. Buradaki tarihi ve turistik eserleri tam anlamıyla gezebilmek için gezi turlarında, bu şehir için birkaç günün ayrılması gerekir. Ancak o zaman tam anlamıyla Tebriz’i gezdik diyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında, bizim Tebriz gezimizin, şöyle bir uğramaktan öteye geçmediğini söylememiz gerekir. Tebriz’de kaldığımız sürenin birkaç katını yolda otobüsümüzün lastik değiştirmesi, tamiratı, kaptan şoförün istirahat etmesi ve gümrük kapısında formaliteleri beklemekle geçtiğini de ayrıca ilave etmemiz gerekir. Belki bu gezileri tam kemale erdirmek, başka seyahatler ile mümkün olabilecektir.
Her ne ise… Kısmet belki başka bahara. Tebriz oradaysa, Türkiye buradadır.