Bediüzzaman ve Gazeteler (2)

Abdulkadir Menek

Sultan Abdülhamid’le görüşme imkânı bulamayacağını anlayan Bediüzzaman, meramını ifade eden bir dilekçe yazdı ve Mabeyn’e bıraktı. Bediüzzaman’ın yazdığı dilekçe daha sonraları Şark ve Kürdistan Gazetesi’nin 1. sayısında yayınlanmıştır. Önemli bir belge niteliğinde olan bu dilekçe, günümüz Türkçesi ile şöyleydi:

"Osmanlı milleti arasında önemli bir unsur teşkil eden Kürdistan halkının hali hükümetçe bilinmekte ise de mukaddes sayılan ilmi hizmete dair bir kısım arzu ve istekleri sunmaya müsaade dilerim."

"Şu medeniyet dünyasında ve bu ilerleme ve yarış çağında diğer arkadaşları gibi Kürtlerin de ilerlemeye ayak uydurabilmesi için Hükümetin yardımı ile Kürdistan’ın kasaba ve köylerinde mekteplerin kurulmuş olması memnuniyetle görülmekte ise de, bu mekteplerden, Türkçeyi az da olsa öğrenmiş olan çocuklar yararlanabilmektedir. Türkçeyi bilmeyen Kürt çocukları ise, medreselerde okutulan ilimleri, terakki etmenin biricik kaynağı olarak bilmektedirler. Yeni açılan bu mekteplerdeki öğretmenlerin mahalli dil (Kürtçeyi) bilmemeleri dolayısıyla bu çocukları eğitim ve öğretimden mahrum bırakmaktadır. Bu ise vahşete, karışıklığa, dolayısıyla Batı’nın gürültü ve patırtı çıkarmasına sebep oluyor. Aynı zamanda halkın devamlı olarak vahşet ve taklitte yerinde sayması, sürekli olarak vehim ve şüphelerin etkisi altında kalmalarına sebep oluyor. Eskiden her yönden Kürtlerden geri olanlar, bugün onların hala yerinde saymalarından dolayı çeşitli şekilde istifade etmektedirler. Bu ise, biraz olsun hamiyet duygusu taşıyanları düşündürür. Bu üç nokta, Kürtler için gelecekte korkunç bir darbe hazırlıyor gibi ileri görüşlü olanları yaralamıştır. Bunun çaresi, örnek olacak şekilde bu konuda teşvik ve rağbete öncülük yapması için Kürdistan’ın üç ayrı noktasında:

Biri; Artuşi Aşireti’nin merkezi olan Beytüşşebab’ta..

Diğeri; Motkan, Belkan ve Sason ortasında..

Biri de; Sıpkan ve Hayderan aşiretlerinin ortasında bulunan Van’da, alışılmış medrese adı altında dini ilimlerle müsbet bilimlerin beraber (hiç olmazsa bu medreselerde ellişer öğrenci bulundurulması ve masraflarının hükümetçe karşılanması gerekir) okutulduğu üç tane öğretim yuvası kurulmalıdır. Bundan başka diğer bir kısım medreselerin canlandırılması, Kürdistan’ın maddi ve manevi olarak geleceğinin garanti edilmesi açısından önemlidir. Bununla öğretimin temeli atılmış olur. Bu temel üzerinde birlik ve beraberlik karar kılacaktır. İç çekişme ve uyuşmazlıklardan dolayı tükenip giden bu büyük kuvveti (Kürtlerin maddi ve manevi kuvveti) hükümetin eline vermekle dışa karşı kullanmak gerekir. İşte o zaman herkesten çok adalete muhtaç ve medeni olmaya müsait olan Kürtler, fıtri cevherlerini göstereceklerdir." (1-Abdurrahman Nursi, Bediüzzaman’ın Hayatı, Nubıhar Yayınları, 4. Baskı, 1997, İstanbul, sayfa: 70–71)

*****

Bediüzzaman Hazretleri, Meşrutiyet’in ilanından sonra, birçok gazetede görüşlerini ifade eden ve halkı aydınlatmaya matuf bazı yazılar yayınlamaya başladı. Bu yazılarında özellikle o dönem İstanbul’da konuşulan güncel hadiseler hakkında görüş ve düşüncelerini açıkladı. Meşrutiyet konusunda, bazı kesimlerde ortaya çıkan tereddütleri gidermek için konuyu İslami bir perspektifle ve ikna edici bir tarzda açıklamaya çalıştı. İstanbul’da yaşayan Kürtlere yönelik ikaz edici ve yol gösterici hususlara yer verdi. Medyanın gücünün farkında olan Bediüzzaman bunlarla yetinmedi. Bir gazete çıkarmak için o zamanın Matbuat Müdürlüğüne bir dilekçe ile başvurdu. Başlangıçta haftalık ve daha sonraları ise günlük olarak yayın yapmayı tasarladığı bu gazete Türkçe ve Kürtçe dilleri ile yayın yapacaktı. Gazete İslami ölçülere uygun bir siyaset takip edecek ve çeşitli ilimlerden ve konulardan bahsedecekti. Bu dilekçenin orijinal şekli şöyledir:

BÂB-I ALİ (HÜKUMET KAPISI)

NEZARET-İ CELİLE-İ DÂHİLİYE (İÇİŞLERİ BAKANLIĞI)

İdare-i Matbû’ât (Basım ve Yayın İdaresi)

Aded (Sayı) : 1498

Bediüzzaman Said-i Kürdî Efendi Hazretleri tarafından takdim edilip İdare-i Çakerîye (İdaremize) havale buyurulan arz-ı halde (dilekçede) siyaset-i şer’iye (İslami ölçülere uygun siyaset) ve ulûm ve şu’ûn-ı muhtelifeden (çeşitli ilimler ve işlerden) bâhis olmak (bahsetmek) ve şimdilik haftada bir, ileride yevmî (günlük) çıkarılmak üzere “Ma’rifet ve İttihad-ı Ekrâd” (İlim ve Kürtlerin Birliği) nâmıyla Türkçe ve Kürtçe bir gazete neşrine me’zuniyet i’tası istid’â edilmiş (izin verilmesi istenmiş) olmasıyla Matbû’ât Nizamnamesinin üçüncü ve dördüncü maddelerinin fıkra-i ûlâları ahkamına tevfikan (birinci fıkraları hükümlerine uygun) müsted’î-i mûmâ ileyh (dilekçe sahibi) hakkında mu’âmele-i lazımenin îfâsıyla (gerekli işlemin yapılmasıyla) neticesinin inbâsı (bildirilmesi) hususunun Zabtiye Nezaret-i Aliyyesine (Güvenlik Bakanlığına) emr ve iş’âr buyurulması bâbında (emredilmesi ve yazı ile bildirilmesi konusunda) emr u ferman hazret-i men lehü’l-emrindir (emir ve ferman sizindir).

Fî 10 Muharrem sene 327 ve Fî 20 Kanun-ı sânî sene 324 (01 Şubat 1909)

Matbû’ât-ı Dâhiliye Müdiri Mehmed Tevfik

Bu dilekçe ilgili yerlere havale edilmiş ve gerekli işlemler yapılmıştır. Ancak dilekçenin akıbeti ile ilgili olarak elimizde bir bilgi ve belge mevcut değildir.

*****

Bu dilekçenin verilişinden yaklaşık iki buçuk ay sonra 13 Nisan 1909’da 31 Mart Hadisesi patlak vermiştir. Bu hadisenin neticesinde Bediüzzaman tutuklanmış ve Divan-ı Harbi Örfi’de yargılanmıştır. Bu mahkeme her ne kadar beraatla sonuçlanmış olsa bile, artık İstanbul’da ve bütün Osmanlı Devletinde yönetim, yavaş yavaş İttihat ve Terakki’nin tek parti ve komite istibdadına dönüşmeye başlamıştır. İstibdat, şahıstan komiteye devredilmişti. Meşrutiyet ve hürriyet özlemi ve düşüncesi ile İttihat ve Terakki’ye verilen destek onları iktidara getirmekle sonuçlanmış, fakat Meşrutiyet’in kemaliyle uygulanması düşüncesi başka bir bahara ertelenmişti. Sultan Abdülhamid, 31 Mart Hadisesi bahane edilerek tahttan indirilmiş ve Selanik’e sürgüne gönderilmişti. Bu dönemde İstanbul’da daha önce açılmış bulunan gazeteler bile kapanmaya ve bazı gazete sahipleri ve başyazarları karanlık suikastlarla öldürülmeye başlanmıştı. Derviş Vahdeti gibi bazı gazeteciler ise Divan-ı Harbi Örfi’de yargılanmış, idama mahkûm edilmiş ve bu kararlar infaz edilmişti. Böyle bir ortamda gazete çıkarmak için şartlar uygun değildi. Bu nedenlerden dolayı Bediüzzaman’ın gazete çıkarma fikrinin gerçekleşmemesi ihtimali çok kuvvetlidir.

Bediüzzaman, 31 Mart Olayı’na karışmadığı ve karışanları vazgeçirmeye çalıştığı halde tutuklanarak Hurşit Paşa’nın başkanı olduğu Divan-ı Harbi Örfi’ye çıkarıldı. Hurşit Paşa’nın "sen de şeriat istemişsin" sualine karşı "şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin isteyişi gibi değil." diye başlayan cesurane bir savunma yapmış ve merdane bir tavır takınmıştır. Bediüzzaman Hazretlerinin bu pervasız ve ikna edici savunmasından sonra, yüzlerce kişinin idamına hükmeden Askeri Mahkeme, oy birliği ile beraat kararı verdi. Kararın açıklanmasından sonra mahkeme heyetine teşekkür bile etmeden peşinde büyük bir kalabalıkla birlikte "Zalimler için yaşasın cehennem" sadaları ile mahkemenin bulunduğu Bayezıd semtinden, Sultanahmet Meydanına kadar yürüdü. Bediüzzaman Hazretleri yapmış olduğu bu savunma neticesinde, kendisiyle birlikte kırk elli kişinin daha idamdan kurtulmasına vesile olmuştur.

*****

Derviş Vahdeti’nin yönetimindeki Volkan Gazetesi toplam 108 sayı çıkmış ve Bediüzzaman’ın bu gazetede çeşitli zamanlarda toplam on beş adet makalesi yayınlanmıştır. Bediüzzaman, bu yazılarında ağırlıklı olarak İslam İttihadının öneminden ve sanıldığı kadar kolay olmadığından bahseder. (2- Osman Resulan. Bediüzzaman’ın Volkan Yazıları. Nubihar Yayınları. İstanbul 1994)

Volkan’da yayınlanan yazılara genel olarak bakıldığında, 31 Mart Hadisesindeki rollerinin abartıldığı söylenebilir. Derviş Vahdeti her ne kadar fıtraten eleştirel ve müfrit bir yapıya sahip ve İttihat ve Terakki’yi eleştiren yazılar kaleme almış olsa bile, isyanın oluşmasındaki katkıları hakkında ortaya atılan iddiaların çok fazla büyütüldüğünü söylemek mümkündür. Bediüzzaman ise, bu gazetede yazdığı yazılar ile bazı ifratkar görüşleri dengelemiş ve makul bir çizgi meydana getirmek istemiştir. Ancak isyanın bastırılmasından sonraki günlerde, yeni yönetimin istibdat anlayışına paralel olarak çok zecri tedbirler alınmış ve mahkemelerde çok haksız kararlar verilmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin Meşrutiyet’in ilanından üç gün sonra İstanbul’da ve yaklaşık bir hafta sonra Selanik’te verdiği nutuk, Misbah Gazetesi’nin 3 Ekim 1908 ve 8 Ekim 1908 tarihleri arasındaki sayılarında yayınlandıktan sonra İçtihad Kütüphanesi sahibi Ahmed Ramiz tarafından "Nutuk" ismi ile İkbal-ı Millet Matbaası’nda 1910 tarihinde yayınlanmıştır. (3- Asar-ı Bediiye, Elmas Neşriyat, İstanbul, 2004, sayfa: 438)

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.