Ölüm, bu dünyaya ait olmayan ve sanki ebedi hayat ve cennet için yaratılan bazı insanları erkenden alıp koparır bu hayattan.
Böyle insanlar bu dünyaya gelir, kısa ve çileli bir hayatın ardından vazifelerini bitirir, mükâfatlarını almak için erkenden bu dünyaya veda ederler.
Aynı zamanda musibetlerle bezeli hayatları ile başka insanlara ve çevrelerine ders verir ve lisan-ı hal ile çok iyi birer muallim olurlar.
Böyle musibetzede insanlar çevreleri, yakınları ve sevdikleri için bol bol hayır ve hasenat devşirir, onlar için de adeta cennetin kapısını aralarlar.
Çünkü sızlanmadan, şikâyet etmeden ve isyan etmeden yakınlarında bulunan musibetzedelere hizmet edenlerin, onların acı ve ızdıraplarını hafifletmek için büyük bir gayret ve içtenlikle çalışan insanların, çok büyük mükâfatlara mazhar olacaklarını, biz dinimizin önemli kaynaklarından öğreniyor ve bununla büyük bir teselli buluyoruz.
Gençliğe, delikanlılığa adım attığı ilk günlerden itibaren musibet ve hastalığın pençesine düştü.
Babası ve ailesi, büyük çaba, fedakârlık ve gayret ile şifa için ellerinden gelen bütün yollara başvurmaya çalıştılar.
Bütün sebeplere başvurmakla birlikte, neticeyi hep Müsebbib-ül Esbab’tan istemeye devam ettiler.
Bedirhan da, hastalık ve acı ile geçen çileli yılları büyük bir sabır ve kanaat ile yaşadı.
Hiç şikâyet etmedi.
Çok büyük ızdırap içinde olduğu bilinen zamanlarda bile, kendisinden beklenmeyecek bir olgunluk ve kanaat içinde şükür etmesini, halini soranları ve ziyaretçilerini tebessüm ile karşılamasını hep bildi.
Hastane yataklarında acı ve sancılarla boğuşurken bile bizleri hep gülen gözlerle karşıladığına kaç kere şahit oldum.
On altı yaşından itibaren tamamen iflas etmiş böbreklerle, gençlik döneminin en cevval ve hareketli yıllarını, çoğu günler saatlerce diyaliz cihazına bağlı olarak geçirmenin ne kadar zor olduğunu anlatmaya gerek yok.
Bedirhan, böyle durumlarda sürekli olarak ve lisan-ı hal ve kal ile Rabbimizin merhamet ve keremine iltica edici bir duruş ve tavır içinde bulunmuş, neticede inşallah mükâfatını alacağı sonsuzluk diyarına ve cennet bahçelerine yirmi bir yaşında kanat çırpmıştır.
Ve eminim ki, bir gün of bile demeden, aylarca hastane koridorlarında ve odalarında evlatlarının başında bekleyen anne ve babasına da, ebedi cennet ve baki saadetin kapılarını açmıştır.
Ağır musibetlere maruz olan dünya imtihanları kolay geçmiyor. Hele bu musibetlere ve çok büyük hastalıklara duçar olan insanın evladı ise, buna katlanmak, şükür ve sabır içinde tahammül etmek gerçekten çok zor ve büyük ve sarsılmaz bir imanın neticesinde olabilir.
Baba ve annesinin sabır, şükür ve kanaat ile karşıladıkları bu uzun süren hastalık ve genç yaştaki vefat, elbette neticesiz kalmayacak ve ebedi cennette sonsuz bir beraberlik, muhabbet ve saadete vesile olacaktır.
Bu vesile ile Abdullah kardeşime ve muhterem eşine bir kez daha başsağlığı diliyor, Ensar ve Eymen ile birlikte hayırlı ve huzurlu uzun bir ömür geçirmelerini Rabbimden niyaz ediyorum.