Türkiye, büyük bir imparatorluğun mirasını devralan, dünyanın en önemli bölgelerinden birinde bulunan, geçmişin ve muhteşem tarihinin ağır yükünü ve sorumluluğunu her zaman taşımak zorunda olan büyük bir ülkedir. Çok kritik bir coğrafyada bulunan ve tarihte çok büyük hizmetler yaparak sorumluluklar üstlenen Türkiye gibi bir ülkede, önemli meseleler ve hal edilmeyi bekleyen problemler elbette devamlı olmuştur ve her zaman var olmaya devam edecektir.
Bu meseleler zaman zaman devasa boyutlara ulaşır, zaman zaman da daha küçük boyutlarda da olsa varlığını hep hissettirmeye devam eder. İslam âleminin bin yıl kadar bayraktarlığını yapmış bir ülke ve bir milletten beklentiler de her zaman yüksek olmaya devam edecektir.
İbn-i Haldun’un meşhur sözü olan “coğrafya kaderdir” hakikatinin, en bariz bir şekilde tecelli ettiği ülkelerin başında hiç şüphesiz Türkiye gelir. Tarihin, coğrafyanın ve hepsinden önemlisi kaderin getirdiği sorumluluklardan kaçabilme veya bunları uzun zaman görmezden gelerek yok sayma imkânı yoktur.
Anadolu coğrafyası, her karışı ile İslam ile yoğrulmuş ve geçen bin yıllık muhteşem tarihi süreç içerisinde, her türlü tertip, oyun, saldırı, savaş ve tezgâha karşı direnmiş, ayakta kalmasını bilmiş, bu topraklardan bu inanç ve bu ruh sökülüp atılamamıştır.
Burada elbette İlahi tecelliler sonucu gelişen ve kaderin yüklediği çok büyük bir sorumluluğu, büyük imtihanın gerektirdiği vazife aşkı ile hizmet şuurunu her zaman yüklenerek ve yaşayarak bugüne kadar taşıyan aziz ecdadı da rahmet ve minnet ile yad etmek gerekir.
Anadolu toprakları, İslam’ın Avrupa’nın içlerine kadar taşınmasında, Afrika’da büyük ve hayırlı hizmetlere imza atılmasında çok büyük ve hayırlı bir vatan toprağı ve kale vazifesi görmüş ve bu mübarek tecelli sonucu ebedi vatan olarak yerini şerefle tahkim etmiştir.
Malazgirt’te Alpaslan ve Selçuklular ile başlayan bu tarihi ve mukaddes fetih döneminde, hepsi birbirinden çok daha değerli ve anlamlı köşe taşları ve muhteşem destanları, bu büyük cihad seferlerinin anlamlı birer zaferleri olarak, tarihin şeref levhaları arasındaki yerini almıştır.
Bu büyük ve görkemli tarihi zafer yolculuğunda, Balkanlar’da başlayan büyük fetihler ve Peygamber Efendimizin (asv) haber verdiği büyük müjdenin tahakkuk etmesi ile neticelenen İstanbul’un fethi, çok büyük ve hayati bir anlama sahiptir. Kostantiniyye’yi İslambul yapan ve Ayasofya’nın Camii olması ile neticelenen bu muazzam feth-i Mübin ve dönüşüm, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesi ile “Hristiyanlığın İslamiyet’e devir ve tesliminin bir abidesi” olarak, kıyamete kadar bu büyük manayı bütün cihanda dalgalandırmaya devam edecektir.
Yavuz Sultan Selim döneminde İttihad-ı İslam’ın büyük ölçüde gerçekleşmesi ve Hilafetin artık bu topraklarda temsil ediliyor olması da, bu büyük ve ulvi manaların tecelli etmesinin dışında, elbette başka bir şekilde yorumlanamaz.
Kanuni, seferlerin yönünü daha çok Batı’ya doğru çevirdi. Osmanlılar, bu dönemde yüzölçümü olarak en geniş bir coğrafyada egemenlik kurmaya başladılar. Elbette İslam’ın merhamet ve adalet anlayışını en güzel şekilde uygulayarak yönetimlerini sürdürmeye çalıştılar. İslam’ı da bu kıtanın insanlarına en uygun şekilde ulaştırmak için çok önemli çalışmalar yaptılar. Anadolu’da yapmadıkları birçok hayır kurumunu bu ülkelerde inşa ettiler. Sevgi, yardımseverlik, merhamet ve şefkat gibi güzel hasletleri bu çalışmalarla ön plana çıkarmaya devam ettiler.
Bütün bunlarla birlikte insanlığın ahlakının muhafazası ve toplum yapısının bozulmadan devam etmesi için de gerektiği zaman gücünü kullanmış ve bunun gereğini hiçbir şekilde çekinmeden yerine getirmiştir. Elbette bazı hususlarda söz sahibi olmak ve sözünü dinletmek için de kuvvetli ve caydırıcı bir büyüklüğe, cesarete ve askeri kuvvete sahip olmak gerekir.
Kanuni Sultan Süleyman padişah olduğu yıllarda Fransa’da başlayan dans modasına karşı Fransa Kralına bir mektup yazmış ve bu mektup üzerine bu ülkede danslar, yüz yıl boyunca yasaklanmıştır. Kanuni’nin mektubunda şu ilginç ifadeler bulunmaktaydı:
“Elçimden aldığım haber üzerine malumatım oldu ki, sizin ülkenizde adı dans olan, kadın ve erkek arasında münasebetsizce oynanan bir oyun ortaya çıkmış. Bu mektup eline geçtiği anda ya bu rezil oyunu hemen yasaklarsınız ya da ben gelir ülkenizi başınıza yıkarım.”
Osmanlı denizcilerinin ve kahraman serdengeçtilerin Kuzey Afrika’ya yaptığı çıkartmalar, bu geniş coğrafyaya çok büyük ve hayırlı hizmetlere vesile olmuştur. Bu ülkelerin insanlarına yardımcı olunmuş, adalet ile yönetilmeye çalışılmış, fakat zenginliklerine göz konulmamış, esas sahiplerine bırakılmış ve tabir yerinde ise el sürülmemiştir.
Osmanlıların gerileme döneminden itibaren, bu bölgelerde hırslı ve zalim Avrupa devletlerinin işgalleri başlamış, bu topraklar milyonlarca insanın öldürüldüğü katliamlara sahne olmuştur.
Aslında bu konuya değinirken, Bediüzzaman Hazretlerinin şu çok önemli tespitini de asla göz ardı etmemek gerekir: “Âyâ, zanneder misin, bu milletin fakr-ı hali dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten neş’et ediyor? Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hintteki Mecusî ve Berâhime ve Afrika’daki zenciler gibi, Avrupa’nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler? Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade Müslümanların elinde bırakılmıyor? Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasp ediyor.”
(Lem’alar, 17. Lem’a)
Osmanlı’nın zayıflaması ve ardından Afrika’dan çekilmesi ile birlikte bu kıtada çok ilginç işgal ve zulümler yaşanmaya başlandı. Türkiye'nin, Batı'nın emperyal emellerine karşı Libya’ya yaptığı müdahale, Afrika'da yeni bir dönemin başlangıcı olmuş gibi gözüküyor. Nijer, Fransa'ya yaptığı uranyum ve altın ihracatını durdurdu. Fransa'nın tehdidine Nijerle birlikte Cezayir, Burkino Faso ve Mali'de karşı çıkmaya başladı.
Burkina Faso Dışişleri Bakanlığı tarafından Fransa Dışişleri Bakanlığına gönderilen bilgilendirme notunda, Fransız şirket ve vatandaşların yararına uygulanan "Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi" anlaşmasının feshedildiği belirtildi. Notta, feshin, 3 ay içerisinde yürürlüğe gireceği kaydedildi. Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi Anlaşması, Fransa ile Burkina Faso arasında ilk kez 1965'te imzalanmış, 1967, 1971 ve 1974'te anlaşmada çeşitli değişiklikler yapılmıştı.
Bu anlaşmaya göre, Fransız şirketler ve bu ülkenin vatandaşları, Burkina Faso’da kazandıklarının vergisini Fransa’ya ödüyorlar ve Burkina Faso'da birçok vergi kaleminden muaf tutuluyorlar. Anlaşma, özellikle Burkina Faso'da faaliyet gösteren çok uluslu Fransız şirketlere büyük avantaj sağlıyor. Anlaşmanın feshiyle birlikte Fransızlar, Burkina Faso'da elde ettikleri gelirin vergisini bu ülkeye ödeyecek. Burkina Faso, 2020 ve 2021'de anlaşmayı yeniden müzakere etmek istemiş ancak Fransa bu talebe karşı çıkmıştı.
Zalim ve mütegallibe ülkelerin, bu fakir ülkelere imzalattığı ve halen yürürlükte olan buna benzer çok sayıda dayatma bulunmaktadır. Burkina Faso'nun bu anlaşma nedeniyle uzun yıllardır ciddi gelir kaybı yaşadığı, anlaşmanın feshiyle önemli miktarda vergi geliri elde edeceği de açık bir gerçek olarak biliniyor. Bu durumdan büyük rahatsızlık duyan Fransa, Nijer'deki darbeye destek veren Burkina Faso'ya on alıp bir vermek anlamına gelen kalkınma yardımları ve bütçe desteğini birkaç gün önce askıya aldı.
Bütün bu ve buna benzer zulüm ve haksızlıkların önlenmesi veya en aza indirilmesi için çok güçlü bir İslam âlemine ve özellikle Türkiye’ye ihtiyaç vardır. İki yüz yıldan fazla bir süredir zalim Avrupa ülkelerinin, bu mazlum ülkelerin varlıklarını gasp etmelerine artık bir son vermenin zamanı çoktan gelmiştir. Bunun için de İslam’ın ruhuna uygun bir hayat ile teknolojinin gerektirdiği bütün imkânları kullanarak kendi kendimize her alanda yetmek için gerekli olan bütün adımlar atılmalıdır. Türkiye’nin son yıllarda savunma sanayiinde attığı adımlar, bu hedefe doğru inşallah çok büyük bir güç ve kuvvet kazandıracaktır.
İslam Âleminin, bütün bu oyun ve tertiplerin farkına vararak, tam bir meşveret ve dayanışma anlayışı içinde bir araya gelmesi, ihtilaflara bir nihayet vermesi, onları birbirine düşürmek için her türlü nifak ve tezgâhı ustaca kullanan bütün şer güçlere gereken dersi vermesi gerekir.
Bunun da tam anlamıyla hayata geçmesi, gerçekleşmesini dualarla ve ülke olarak önemli adımlar atarak beklediğimiz İttihad-ı İslam ile mümkün olacaktır.