Doğu illerine ve bazı komşu ülkelere yapacağımız seyahate doğru yola çıkarken, bütün kafilede belirgin bir heyecan ile birlikte hafif ve örtülü bir telaşın izleri görülüyordu. İki seneyi aşkın bir süre ile pandeminin etkisi sonucu evlerine kapanan insanların, bir hafta boyunca devam edecek uzun ve yorucu bir geziye başlıyor olmasının tatlı bir heyecan ile birlikte bir tereddüt halini de beraber getirmesini normal karşılamak gerekir.
Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa illerinden katılımcılarla devam eden ve dostumuz Bestami Çelebi tarafından organize edilen gezinin ilk durağı, yorucu bir gece yolculuğundan sonra sabah kahvaltısında Bitlis’te yediğimiz yöresel bir yemek olan Av Şor’un ardından, aynı ilimizin Ahlat ilçesi oldu. Ahlat; tarihi kimliği, bölgede bulunan ve sanat işçiliği ile birlikte bina yapımına çok elverişli olan kırmız renkli taşları, kümbetleri ve Selçuklu Mezarlığı ile bilinir.
Van Gölü’nün batı sahilinde bulunan Ahlat, ülkemizin gezilecek ve görülecek otantik ve kendisine mahsus özel bir dokusu bulunan yerleşim merkezlerinden birisidir.
Süphan ve Nemrut dağları arasında bulunan Ahlat’ın tarihi oldukça eski dönemlere kadar uzanır.
Orta Asya’dan Anadolu’ya ve buradan da Avrupa’ya uzanan tarihi yolların üzerinde bulunan Ahlat, bu özelliği ile de her zaman dikkatleri üzerine çekmeye devam etmiştir.
Bu zengin yapısı ve kaynakları nedeniyle, tarih boyunca birçok milletin ve ordunun dikkatini çekmiş ve saldırılarına hedef olmuştur. Bundan dolayı çok büyük işgaller ve saldırılar yaşanmış ve çok büyük tahribat ve yıkımlara maruz kalmıştır.
Bölgede Asurlular, Urartular, Medler, Persler, Büyük İskender komutasındaki Makedonlar, Partlar ve Doğu Roma İmparatorluğunun hâkimiyetleri altında geçen yüzyıllardan sonra Müslüman Araplar bölgeyi fethederler. Mervaniler de bölgede bir dönem egemenlik kurmuşlardır. Müslüman Araplar ve Doğu Roma İmparatorluğu tarafından birkaç sefer el değiştirdikten sonra Ahlat bölgesi 1061 yılından itibaren Selçuklu Türklerinin hâkimiyeti altına girmiştir.
Bölge bu tarihten itibaren Selçuklu Türklerinin bir üssü haline getirilmiş ve burada tutunmak şartıyla diğer bazı bölgelerde de egemenlik sağlanmıştır. İslami kaynaklarda bölge ‘’Hil’at’’ ve Kürtçe kaynaklarda ‘’Helat-Xelat’’ diye adlandırılır.
Türklerin Orta Asya’dan Anadolu’ya doğru uzanan göçleri ve tarihi seferlerinde, Ahlat her zaman çok hayati ve stratejik bir konumda bulunmuştur. Bu seferlere ve yolculuğa ait izler ve eserler, bu bölgede geçen bin yıllık geçmişe rağmen, büyük bir itina ve saygı ile korunmaya devam edilmiştir.
Ahlat’ta çok büyük ilgi gören ve itina ile korunarak günümüze kadar ulaşan en önemli bölge hiç şüphesiz ki Selçuklu Mezarlığıdır. 210 dönümlük bir arazi üzerine kurulu olan Selçuklu Mezarlığında yüzlerce mezar bulunmaktadır.
Bu mezarların çok önemli bir kısmı özenle korunmuş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Bu mezarların içinde Selçuklu Beylerine ve büyüklerine ait mezarlar ile birlikte, diğer birçok medeniyete ait mezarlar da bulunmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı devam ederken, 1916 yılında Ruslar tarafından işgal edilen Ahlat’ta çok büyük bir yıkım ve tahribat gerçekleştirilir. Bu işgal sırasında özellikle Selçuklu Mezarlığı hedef olarak alınır ve burada çok büyük bir tahribat yapılır. Mezar taşlarının çok önemli bir bölümü sökülür ve açılan yolların menfezlerinde kullanılır. Bugün bile ayakta kalan mezar taşlarında Ruslara ait çok sayıda kurşun izine rastlamak mümkündür.
Mezar taşları; bölgede mevcut bulunan Ahlat taşları ile yapılmış, yüksekliği ve üzerindeki yazı ve işlemelerle hep ilgi odağı olmaya devam etmiştir. Mezar taşlarının bazılarının yüksekliği 3-4 metreye kadar çıkmaktadır.
Bu mezarlık bölgesinde yaptığımız ziyaret ve buradaki dikkate değer izlenimimiz, bu bölgenin, adeta bir tapu senedi gibi geçmişi bugüne ve geleceğe bağlayan çok önemli bir mana taşıyor olmasıdır. Mezarların da ve mezarlıkların da bir dili vardır. Ve bu bölgede böyle anıt niteliğinde çok büyük bir mezarlığın bulunması, buralar için ödenen bedellerin de bir tercümanı niteliğindedir.
Selçukluların Ahlat bölgesindeki egemenliklerinden rahatsız olan Bizanslılar, Romen Diyojen komutasındaki büyük bir ordu ile bölgeye gelmiş ve tekrar bölgede egemenlik sağlamak için faaliyetlere başlamıştır.
Bizanslıların bu saldırılarına karşı Selçuklu Hükümdarı Alparslan, hazırladığı ordu ile Ahlat’tan yola çıkmış ve Ahlat ile Malazgirt arasında bulunan ovada iki ordu karşı karşıya gelmiştir. 200 bin kişilik Bizans ordusuna karşı 50 bin kişilik Selçuklu ordusu, kısa süren bir savaşın ardından büyük bir zafer kazanmış, hezimet sonrası Bizans Hükümdarı Romen Diyojen esir alınmıştır.
Malazgirt Meydan Muharebesinin bir başka önemli ve günümüze da ışık tutan özelliği de şudur: Mervani Kürtleri, bu savaşta 10 bin kişilik bir kuvvet ile Selçuklu Türklerinin yanında yer almış ve kazanılan zaferde çok önemli bir gayret ve katkının sahibi olmuşlardır.
Bu beraberlik Selçuklu ve Osmanlıların bütün dönemlerinde bazı mevzi hadiseler dışında hep devam etmiş, İslam kardeşliği zemininde oluşan bir beraberlik ile büyük başarı ve zaferlere imza atılmıştır.
Bu savaş ile Doğu Anadolu topraklarından başlamak üzere, bütün Anadolu’da yeni bir dönem başlamış ve yeni fetihler için kapılar aralanmıştır.
Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra Ahlat için yeni bir dönem başlamıştır. Bölgede geniş bir coğrafyada egemenlik sağlanmış ve Diyarbakır’dan Erzurum’a kadar uzanan bir bölgede çok büyük eserlere imza atılmıştır. Ahlat ve çevresinde çok sayıda ilim ocağı ve medrese yapılmış, buralarda ünü geniş bir coğrafyaya yayılan çok sayıda ilim adamı yetişmiştir.
Bölge bir müddet Eyyubilerin egemenliği altında bulunmuştur. Kısa bir dönem için de Celaleddin Harzemşah yönetimindeki Harzemşahlar bölgede kontrolü sağlamıştır. Bu dönemlerde devam eden Moğol istilası ve saldırılarından bölge büyük oranda etkilenmiştir. Moğol Hükümdarı Hülagu döneminde yapılan bu büyük yıkım ve tahribattan sonra Ahlat bir daha eski görkemli günlerine dönememiştir.
Bölgede daha sonraki yıllarda sırasıyla Karakoyunlular, Timur İmparatorluğu ve Akkoyunlular idaresi altında kısa bazı dönemler geçirilmiş, özellikle Akkoyunlular döneminde bazı eserler yapılarak bölge birçok kümbet ile süslenmiştir. Daha sonraki yıllarda bu kümbetler de Ahlat’ın bir başka sembolü haline gelmiştir. Zaman zaman İran yönetimleri tarafından ele geçirilen Ahlat, Kanuni Sultan Süleyman dönemi ile birlikte kalıcı olarak Osmanlı idaresi altına girmiştir.
Ahlat’tan Malazgirt’e doğru giderken ziyaretçileri bir başka muhteşem eser karşılar. Kültür Bakanlığı ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü tarafından 1985 yılında yapımına başlanan Malazgirt Anıtı bütün ihtişamı ile karşınıza çıkar. Anıt alanı resmi olarak 230 dönüm civarında ve Malazgirt Meydan Muharebesinin yapıldığı bölgede bulunmaktadır.
İlçenin her yerinden görülebilen hâkim bir alanda yapılan "1071 Malazgirt Anıtı", karşılıklı iki sütunuyla Türklerin Anadolu'ya girişinin kapısı olarak sembolize edilir. Üzerinde Anadolu'yu, Türk devletlerini, ay yıldızlı bayrağı simgeleyen görsellerin bulunduğu 52 metre uzunluğundaki iki sütundan oluşan anıt projesi, 1992'de tamamlanarak ziyarete açılmıştır.
Ahlat’tan Malazgirt’e ve buradan da Van, Ağrı ve Kars’a kadar uzanan bölgede, tarihin birçok önemli olayının izleri ile karşılaşmak mümkün. Anadolu toprakları, bünyesinde barındırdığı çok sayıda medeniyet ile geçmişi günümüze taşımakta ve günümüzden de geleceğe doğru ümitle bakmamıza vesile olmaktadır.
Bu toprakların mayası muhabbet ve kardeşlik ile yoğrulmuştur. Temennimiz odur ki, dünya durdukça, bu birlik ve kardeşlik iklimini sarsmaya ve yok etmeye hiç kimsenin gücü yetmesin.
Bizim gücümüz ve geleceğimiz, kardeşliğimizdedir.