Ağrı, Doğu Anadolu’da bulunan önemli illerimizden birisidir. Tarihi, konumu ve coğrafyası ile tarih boyunca dikkatleri üzerine çekmeye devam etmiştir. Orta Asya’dan batıya doğru uzanan büyük kavimler göçü döneminde Ağrı bölgesi, en önemli duraklardan birisi olmuştur.
Bu dönemde Ağrı bir giriş kapısı olarak görülmüş ve buralarda kısa süreli yerleşimler olduğundan, çok büyük ölçüde medeniyet etkileşimleri oluşmamıştır. Bölgede uzun bir dönem Hititler egemen olmuş, daha sonraları en uzun süre ile Urartu’ların egemenliği altında kalmıştır. Burada bulunan tarihi kalıntılarla birlikte bazı yazıtlardan elde edilen bilgilere göre Urartu’lar döneminde bu bölgede önemli bazı eserlerle birlikte civarda bulunan bazı bölgelere seferlerin varlığından bahsedilmektedir.
Bölgede daha sonraki dönemlerde Asurlular, Medler, Persler ve Büyük İskender egemenlik sürmüşlerdir. Büyük İskender’in ölümünden sonra meydana gelen boşluktan yararlanan Ermeniler bölgeyi ele geçirirler. Daha sonra egemenlik önce Sakalara ve ardından Arsaklılar’a geçer.
Bölge, Hz. Osman döneminde İslam orduları tarafından fethedilir ve 872 yılına kadar Abbasilerin kontrolü altında kalır. Daha sonra Bizanslılar bölgede yönetimi ele geçirirler ve bu dönem 1071 yılındaki Malazgirt zaferine kadar devam eder. Anadolu’yu yakıp yakan Moğol istilasından Ağrı ve çevresi de nasibini alır.
İlhanlılar, Timur, Karakoyunlu ve Akkoyunlular tarafından da farklı süreler ile yönetilen bölge, Yavuz Sultan Selim tarafından Çaldıran Seferi ile Osmanlı topraklarına katılır. Osmanlılar döneminde Şorbulak olarak bilinen bölgenin ismi Ermeni istilasının ardından Karakilise olarak değiştirilir. Kazım Karabekir Paşa burayı geri alınca, Karakilise olan ismi Karaköse olarak değiştirir.
İlçe merkezi olan bu yerleşim merkezi, 1927 yılından itibaren il yapılarak, yakınında bulunan ve 5137 metre yüksekliği ile Avrupa’nın ve Türkiye’nin en yüksek dağı olan ve Tevrat gibi kaynaklarda Ararat olarak ifade edilen Ağrı dağı nedeniyle ismi Ağrı olarak değiştirilmiştir.
Ağrı’da farklı etnik kökendeki insanlar barış ve kardeşlik içinde yaşamaya devam etmektedir. İlin nüfusunun yaklaşık % 80’i Kürtlerden oluşur. Geri kalan % 20’lik nüfusu da Türkler, Ahıska Türkleri, Azeri Türkleri, Karapapaklar ve Acemler oluşturmaktadır.
Ağrı, deniz seviyesinden 1640 metre yükseklikte kurulmuştur. Fırat Nehrinin en büyük kollarından birisi olan Murat Çayı da Ağrı ilinin sınırlarından geçmektedir. Son yıllarda şehircilik yönünden önemli gelişmelerin olduğunu söylemek mümkün. Ağrı Şehir Merkezinde yapılan akarsu manzaralı ve çok güzel düzenlenmiş parkta içilen çayların da doğrusu tadına doyum olmuyor.
Bölgeyi turistik amaçlı olarak her yıl on binlerce kişi ziyaret etmektedir. Asayiş ortamının en iyi düzeyde sağlanması ile birlikte bu rakam son yıllarda tırmanışa geçmeye başlamıştır.
Ağrı dağı, başında dört mevsim boyunca devam eden bulutlar ve karlarla her zaman büyük bir ilgi kaynağı olmuştur. Ağrı Dağı Milli Parkı, Doğu Anadolu Bölgesinin en zengin yaban hayatı alanlarından birisi olarak daha fazla ilgiyi hak ediyor. Milli parkın sahip olduğu 88 bin hektarlık alan, yaban hayatı için çok elverişli bir konuma ve floraya sahip. Park alanı ve çevresinde 178 kuş türü tespit edilmiştir. Çok sayıda endemik bitki türünün de bu alanda bulunduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Ayrıca Ağrı dağının son dört yüz metresinde bulunan buzullar ve buz mağaraları da görülmesi gereken yerler olarak dikkati çekiyor.
Ağrı dağı ve çevresinde yeterli miktarda tesis ve turizm merkezlerinin oluşturulmasıyla, bölgenin özellikle yaz aylarında bir cazibe merkezi haline geleceğini söyleyebiliriz. Bu konuda çok yetersiz de olsa bazı teşebbüslerden bahsetmek mümkündür. Fakat bunun hızlandırılarak çok iyi bir düzeye getirilmesi gerekir. Devlet tarafından atılacak adımlarla birlikte, özel sektörün de bu bölgede bazı turistik yatırımlar yapması, bölge halkının en önemli istekleri arasında sayılabilir.
Ağrı mutfağının en meşhur yemeği hiç şüphesiz Abdigor köftesidir. Sıklıkla Doğubayazıt’ta yapılan ve tüketilen Abdigor köftesi, ziyaretçilerin de en yoğun bir şekilde ilgi gösterdiği yöresel yemeklerin başında gelmektedir. Yağsız, sinirsiz, kemiksiz sığır eti, çok az miktarda soğan, yumurta ve baharatların karışımı ile yapılır. Abdigor köfteleri pilav üzerine konularak servis yapılır. Doğubayazıt ziyareti sırasında tadına baktığımız Abdigor köftesi, bu yörenin önemli bir lezzeti olarak tadılmaya değer.
Ağrı ilini anlatırken bu bölgede 1926-1930 yılları arasında yaşanan bazı hazin olaylara ve olayların ardından devam eden çok büyük dramlara da kısaca değinmek gerekir. Malum olduğu üzere, 1925 yılındaki Şeyh Said Hadisesinden sonra çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile çok büyük keyfi ve haksız icraatlara imza atılmış ve bu dönemde on binlerce masum ve mazlum insan sürgünlere gönderilmiştir.
Bilindiği gibi Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte 1. Dünya ve Kurtuluş Savaşlarında çok büyük hizmetlerde bulunan çok sayıda din âlimi, müftü, şeyh ve aşiret reisi de bu sürgünler arasında bulunmaktaydı. Ağrı’da ikamet eden ve Kurtuluş Savaşında büyük kahramanlıkları görülen, Ruslara ve Ermenilere karşı savaşan çok sayıda insan da bu şekilde sürgün edileceklerin listesine eklenmiştir. Sürgüne gönderilmek istenen insanlardan bazıları bu duruma tepki göstermiş ve dağa çıkmışlardır.
1926 yılında başlayan, 1930 yılına kadar devam eden ve Resmi Tarih kitaplarında "Ağrı İsyanı" olarak ifade edilen bu olaylar sırasında çok sayıda insan öldürüldü. Sadece Zilan Vadisinde 15 bin masum insanın katledildiği ifade edilmektedir. Özellikle bu olaylarla hiçbir alakası olmadığı halde isyancıların köylüsü veya akrabası olan çok sayıda masum insan, kadın, çocuk ve yaşlı, olayların bastırılması sırasında toplu olarak katledildi. Ağrı isyanının bastırılması sırasında, bu olaylarda hiçbir suçu ve müdahalesi olmadığı halde bu masum insanların öldürülmesi, tarih sayfalarına büyük bir trajedi ve zulüm olarak yerini aldı.
Sadece bir örnek olması açısından Iğdır’daki Sakan aşiretinden Aliyê Mirze Bey’in torunu Almas Yancar Hanım’ın anlattıkları bile insan kanını dondurmaya yeter: "Aralık İlçesi'nde Ziver Hanım isminde Azeri bir kadınla dostluğum vardı. Bir sohbet sırasında anlatmıştı: "Ağrı isyanının dağıldığı günlerdi. Sivil halktan insanların topluca öldükleri (uçurumdan düşen, kaçarken vurulan, katledilen, açlık ve susuzluktan kırılan vs) haberleri geliyordu. Bu yüzden her sabah, kasabamızın köpekleri koyun sürüsü gibi toplanır, Ağrı dağına doğru koşarlardı. Akşam döndüklerinde, ağızlarında insan kemikleriyle ortalıkta dolaşırlardı. Meğer bu köpekler, Zemyan deresi denilen uçurumların da bulunduğu arazideki cesetleri yiyorlarmış. İnsan etine alışan köpekler öylesine vahşileşmişlerdi ki, kimse onlara yanaşamıyordu."(Ağrı İsyanı’ndaki kadın ve çocuklara ne oldu? Faik Bulut Independent Türkçe- 2 Ağustos 2020) Zilan Vadisinden sonra en büyük katliam Zemyan deresi civarında yaşanmıştı.
Ağrı ayaklanmasının önde gelen isimlerinden Halis Öztürk için de bir paragraf açmak istiyorum. Sipkan aşireti reisi olan babası Abdülmecit Bey ile birlikte 1. Dünya Savaşında Ruslara ve Ermenilere karşı çok büyük bir mücadele verirler. Babası Abdülmecit Bey sürgünler listesine dâhil edildikten sonra, Halis Öztürk de Ağrı isyanına katılır. İsyanın bastırılmasının ardından bir süre kaçak olarak yaşar. 1934 yılının Haziran ayında Tutak ilçesi Meter Köyü'nde bir ihbar üzerine yakalanır; 32 yıl hapis cezasıyla yargılanır. Halis Bey iki yıl hapis kaldıktan sonra 1936’da serbest bırakılır.
Menderes’in teklifi üzerine 1950 yılında Demokrat Parti’den Ağrı Milletvekili seçilir. Üç dönem boyunca milletvekilliği devam eder. Meclis’te görev yaptığı sırada, isyan ile ilişkisi bahane edilerek muhalefet tarafından devamlı bir şekilde taciz ve saldırılara hedef olur. 1960 yılında yapılan askeri darbenin ardından bir kez daha tutuklanır. Yassıada ve ardından Kayseri cezaevinde yatar. Kayseri Cezaevinde bulunduğu sırada tartıştığı bazı milletvekillerine şöyle seslenir:
"Kurtuluş Savaşı sırasında malımız ve canımızla savaştık. Atların dışkısında buğday ve arpa tanelerini arayacak duruma düştüm. (Çar ordusu işgalinde) birkaç Rus topunu ele geçirdiğimizde bizi kuru kâğıtlarla onurlandırdınız. Vatan kurtulduktan sonra evimize gittik; Kürt olduğumuz için mürteci ve mütegallibe (gerici ve feodal) diyerek bizi öldürmek istediniz. Canımızı kurtarmak için dağa çıkınca, bu defa eşkıya dediniz; ardımıza kolordular sevk ettiniz, köylerimizi yaktırdınız. 1950’lerde demokrasi oyunu icat ettiniz, halkımız bizi seçip gönderdi, güya mebus olduk" (Ağrı İsyanı önderlerinden ve Demokrat Parti milletvekili Halis Bey, Faik Bulut, Independent Türkçe, 11 Temmuz 2020)
Halis Bey, cezaevinde de şiddet ve baskılara maruz kalır. Aslında, bütün darbeler ve askeri müdahaleler, bu vatanda yaşayan insanlar arasında tesis edilmek istenen beraberlik ve kardeşliğe büyük darbe vurmuş ve çok daha vahim olayların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. 1960, 1971 ve 1980 askeri müdahalelerin ardından yaşanan vahim olaylar bunun en bariz şahididir. Halis Öztürk, 1977 yılında kendi köyünde vefat eder.
Doğubayazıt’taki İshak Paşa Sarayı gezilmeye ve görülmeye değer yerlerin başında gelmektedir. Bölgede en çok turist çeken mekân olan İshak Paşa Sarayı, Doğubayazıt’a beş km. mesafede bulunmakta ve 116 odadan meydana gelmektedir. Sarayın yapımına 1685 yılında Çıldır Atabeklerinden Çolak Abdi Paşa tarafından başlatılmış, aynı soydan gelen Küçük İshak Paşa zamanında 1784’te tamamlanmıştır. Ovaya hâkim bir tepe üzerinde bulunan saray tam 99 yılda bitirilmiştir.
Ahmed-i Hani (Ehmedê Xanî) (1650-1707) Hazretlerinin medrese ve mezarı da İshak Paşa Sarayı’nın yakınlarındadır. Kürtçe’nin en çok bilinen eseri olan Mem u Zin’in yazarı olan Ahmed-i Hani, Cizre’de yaşanan büyük bir aşk destanı olan Mem u Zin’i yazmak için 1690 yılında Cizre’ye gitmiş ve yaklaşık beş yıl kadar bu kadim şehrimizde kalmıştır. Büyük bir Kürt Edebiyatçısı, Şairi ve İslam Âlimi olan Hani’nin çok sayıda eseri bulunmaktadır. Daha önceleri harabe vaziyette bulunan mezarı ve medresesi son yıllarda restore edilmiş ve ziyaretçilere açılmıştır. Mezarı, her yıl on binlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir.
Yine İshak Paşa Sarayı’nın yakınlarında Bediüzzaman Hazretlerinin üç ay düzenli bir eğitim gördükten sonra icazet aldığı Muhammed Celali Hazretlerinin Medresesi de bulunmaktadır.
Ağrı, aynı zamanda ırmaklar ve dereler memleketi olarak bilinir. İlin farklı bölgelerinde bulunan onlarca dere ve ırmaktan bahsedebiliriz. Ağrı her geçen gün daha da güzelleşen ve sahip olduğu potansiyeli daha fazla kullanmaya başlayan bir şehrimiz. Tarihi ve coğrafi güzelliklerle süslü olan bu güzel şehrimiz, çok daha fazla ilgiyi hak ediyor.
Ağrı Öğretmenevi’nin nezih ve huzur veren ortamında bir gece dinlendikten sonra Susuz ilçesi yolu üzerinden Kars’a iline doğru yolumuza devam ediyoruz.