Abdullah Hakimoğlu - Muhabbet Medya
Onlara göklerde ve yerde olanlar kimindir, diye sor ve ‘Allah’ındır’ de. Çünkü o kendi üzerine rahmet yazdı. Sizi elbette varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde toplayacaktır. Ancak kendilerini ziyana sokanlar inanmazlar.
(En’am, 6/12)
Bu ayette hem Allah’ın varlığı ve birliği hem de haşir inancı zikrediliyor.
İlmin anahtarı soru sormaktır. İlimlerin şahı ve padişahı da marifetullahtır. Allah’ı tanımaktır, Allah’ı bilmektir. Allah’a imanın tahkiki hale gelmesi ancak Allah’ı tanımakla olur. Bu iman ve tanımanın gerçekleşmesi için insanın kendi kendisine soru sorması gerekiyor. Bu ayet bize bu konuda soru sorma tekniğini öğretmiş oluyor. Aynı zamanda bu ayetten inanmayan insanlara bu tarz sorular sorduğumuz zaman da cevabı onlardan beklemek yerine bizim vermemiz gerektiğini anlaşılıyor. Bu soru inanmayan insanların cevap vermesi için değil, onların dikkatlerini çekmek için sorulmuş bir soru olarak algılanabilir.
Hepimiz bu soruyu önce kendi kendimize “Göklerde ve yerde olanlar kimindir” diye soracağız ve “Allah’ındır” diye cevap vereceğiz. Bunu verirken de cevabımız sadece dilde söylenen kelimelerden ibaret kalmayacak, onu kalbimizde tasdik edecek. Bunun için aklımızla bu soruyu ve cevabını düşünmemiz gerekiyor. Bu da Allah’ın bize verdiği akılla tefekkür etmemiz gerektiğini hatırlatıyor. İnsanın Rabbini tanıma yolculuğunda ilk sorması ve cevabını tefekkür sonucunda vermesi gereken soru budur.
Ayette ki ifadeler her şeyin kimin olduğu sorusunu sormamızı gerekli kılıyor. Buradaki her şey Cenab-ı Hak’ın varlığını gösteriyor. Çünkü bu kadar büyük ve bu kadar çok şeylerin kendi kendilerine olması muhaldir. Bu kadar şeyin tabiat denilen akılsız ve şuursuz varlıklar tarafından icadı da mümkün değildir. Hiçten oluşması da imkansızdır. Bu durumda bu kadar varlıkların hepsi, her şeye gücü yeten Allah’ın mülküne aittir.
Bu kadar varlıkların hepsi Allah’ın mülkü olduğu gibi, her birisi de teker teker Allah’ın mührünü taşıyor. Bu yüzden her bir varlık üzerinde aynı soruyu sormamız, üzerinde düşünmemiz ve cevabı vermemiz gerekiyor:
“Havada uçan kuşların sahibi kimdir?” elbetteki Allah’tır. Serçelerin, kartalların, kekliklerin, bülbüllerin sahibi kimdir? Elbette ki Allah’tır. Hiçbir şey kendi kendine olmadığına göre, gökyüzünü ve yeryüzünü şenlendiren sayısını bilemediğimiz kuşlara uçma özelliklerini veren elbette ki Allah’tır. Bir uçağın kendi kendine yapıldığını kim iddia edebilir? Bir uçak kendi kendine yapılmazsa, bir kuş hiç yapılmaz. Çünkü kuş, canlıdır. Kuşun yediği bitkilerdeki elementlerin kanatları dizayn edecek akıl, ilim, şuur ve güçlerinin olduğunu söylemek için akıldan istifa etmek gerekir.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bütün bitki türlerini, bütün hayvan türlerini, böcek çeşitlerini, insanları bütün özellikleriyle yaratan Allah’tır. Üstelik o Allah tektir. Ve kendisine şefkati yazmıştır. Yani şefkati sınırsızdır. Şefkatini, bütün bu varlıkları yaratarak ve onların ihtiyaçlarını hiç ummadıkları zamanlarda ve yerlerde ummadıkları kadar ihsan ederek gösteriyor. Bu şefkat, en çok önem verdiği insanın diriltilmesini de gerektiriyor. Çünkü şefkatin şefkat olması ancak ahiretin varlığı ile mümkündür. Allah şefkatiyle insanı koruyor. En büyük koruma ise insanın yok olmaktan korunmasıdır. Bu durumda Allah bütün canlıları ve özellikle insanları nasıl yoktan var etmişse, var ettiği bu insanı öldürdükten sonra da yeniden diriltmeye kadirdir. Bizi diriltecek ve hesap soracaktır. Bu yüzden bu dünyadaki misafirliğimizin amaçsız olduğunu zannetme gafletine düşmemeliyiz.
Allah bizi kendi varlığının ve birliğinin delilleri üzerinde düşünen, sağlam bir imana sahip olan, öldükten sonra da Allah huzurunda hesap vermeye her zaman hazırlanan salih insanlardan eylesin. Amin.