Abdullah Hakimoğlu - Muhabbet Medya
Rabbimiz! sen bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve dalâlete düşenlerin yoluna değil. (Fatiha,1/7)
Nimet, iyilik, lütuf, ihsan, insanın tad aldığı durum, güzel durum, mutluluk tadı demektir. Bundan alınarak tad almaya sebep olan şeylere ad olmuştur. Bu mânâya göre, “Allahım sen bize maddî ve manevî nimetlerinin tadına erdir” diyoruz. Zira çoğu insana nimetler verilmiştir, ama onlardan istifade etme, tat alma nimeti verilmemiştir. Örneğin ekmek alma imkanı vardır ve rahatsızlığından dolayı ekmek yiyemeyebilir. Ya da yese de tadını alamaz. Maddî imkanı olduğu için her şeyi alabilir, ama aldıklarını yemesine doktor izin vermez, zira hastadır. Bu yüzden Allah’ın nimet vermesi, esas olarak o nimetlerin tadını almak, tadını bulmak anlamına gelir. Bir ayette dikkat çekildiği gibi Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsak elbette buna gücümüz yetmez.
Rabbimiz! Sen yarattığın bütün kullarına sayısız nimetler ihsan ettin. Nimet vermek senin daima yapmış olduğun bir adetindir. Sen fazlınla, lütfunla, kereminle nimetleri ihsan edip veriyorsun. Sen nimetlerini müstehak olana da olmayana da veriyorsun. Biz müstehak olmasak bile bize nimetlerini ver. Ve o nimetlere şükretmeyi bizlere nasip eyle. Sen bizim madem ki Sana böyle dua etmemizi istiyorsun, biz de her namazda sana böyle dua ediyoruz. Bu dualarımızı yüce dergahında kabul eyle.
Kendilerine nimet verilenler kimlerdir?
Bazı ayetlerde işaret edildiği gibi kendilerine nimet verilenler başta senin peygamberlerin sonra ise sıddikler, şehidler ve salih insanlardır. Bizlere de bunların yolundan gitmeyi nasib et. Çünkü o kullarına kâmil iman nimetini ihsan ettin. Onlar bu iman sayesinde sana bel bağlayıp güvenerek, yalnızca senden yardım dileyerek, senden başkasının önünde zelil olmayarak, eğilmeyerek şerefli bir şekilde yaşadılar.
Onlar o kuvvetli imanla melekleri bile geçtiler. Onlar o imanla, kalplerinde cennetin küçük bir çekirdeği taşıdılar. İçinde yaşadıkları aileyi ve toplumu nevi cennete çevirdiler. Onlar o imanla senin sınav için gönderdiğin, en fazla da sırasıyla onlara gönderdiğin musibet ve felaketlere karşı yine senin verdiğin sabır kuvvetine dayandılar. Onlar o imanla seni sevdiler, sevgilerini sana itaat ederek gösterdiler, senin “habibin” oldular. Senin sevdiğin ve razı olduğun insan oldular.
Onlar bu imanla senin ismini, senin mesajlarını insanlığa duyurmak için, yardan da serden de geçtiler. Onlar senin uğrunda o imanla mallarını ve canlarını feda etmekten çekinmediler. Onları senin uğrunda, canlarını, paralarını ve mallarını hiçe saydılar. Seni onlardan daha fazla sevdiklerini davranışlarıyla gösterdiler.
Onlar verdiğin nimetleri kendilerine mal edip de şımararak, senden yüz çevirmediler. Sana daha fazla şükrettiler. Onlar o imanla kendilerine yapılan kötülükleri affetme büyüklüğünü gösterdiler. Onlar senin ahlakınla ahlaklandılar, güzel örnek, güzel prototip oldular. İşte sen de Allah’ım bizi, bu nimet verdiğin insanların yolundan götür, bize de onlara verdiğin bu güzel nimetleri ihsan et. Bize tıpkı onlar gibi sana iman etme, seni tanıma, seni sevme, sana itaat etme nimetini ihsan et. Bize imanı ve ihsanı sevdirecek ancak sensin.
Peygamberlerin meslekleri ve ibadetleri özde aynı, ayrıntılarda farklı idi. Peygamberimiz (s.a.v) ise bütün peygamberlerin reisi olduğundan en son gelmiş ve onların dinlerinin güzelliklerini de toplamıştır. Bu yüzden Ya Yarabbi, sen bize en son peygamber olan Hazret-i Muhammed’in (s.a.v) ve onun ashabının yolundan götür. Bize o yoldan gitme nimetini ikram ve ihsan et. Çünkü onun ashabı, Hz. Muhammed’in (s.a.v) buyurduğu gibi yıldızlar gibidir. O yıldızlara uymayı bizlere nasip et. Sen bize Hz. Peygamber (s.a.v) ve onun ashabının sahip olduğu ilim, marifet, üstün ahlak, cömertlik, yiğitlik, doğruluk, namuslu olmak, iffetli olmak gibi nimetleri kazanmamıza yardım et. Sen bizlere Hz. Ebu Bekir gibi sadık olmayı, Hz. Ömer gibi adil olmayı, Hz. Osman gibi abid ve hilim sahibi olmayı, Hz. Ali gibi ilim ehli olmayı nasib eyle.
Gazaba uğrayanlar kimlerdir?
Gazab nefsin iğrenç bir şey karşısında intikam isteği ile heyecanıdır ve rızanın yani razı olmanın ve hoşnutluğun tam tersidir. Türkçe’de, öfke, hışım, hiddet de denmektedir. Allah’ın gazabı, nefsî etkilenmelerden soyutlanmış bir şekilde onun ceza verme iradesini ifade eder. Allah inanmayanlara, kendisine ibadet etmeyenlere gazaplanmaktadır. Bu yüzden insan bu gazaptan sakınacak davranışların içine girmelidir. Bu da Allah’ın sonsuz şefkatini ifade eden Rahim olmasının gereğidir.
Şunu söyleyebiliriz: Öfke mutlak surette rahmetin, şefkatin zıddı değildir. Mesela zalime öfkelenmek, mazluma şefkatin, rahmetin gereğidir. Ancak müminlerin uğramış oldukları açlık, sıkıntı, korku, mal ve canlar ve ürünlerde noksanlık Allah’ın gazabının yani öfkesinin yansıması değidir. Bunlar büyük mükafatların başlangıçlarıdır. Eğer insan bunların bir sınav olduğu bilir de sabır kuvvetini doğru yerde kullanırsa mükafatı büyük olacaktır. Kur’an’da bütün kafirlerin Allah’ın gazabına uğradığı bildirildiği gibi, peygamberimiz de (s.a.v), Yahudilerin de gazaba uğrayan kimselerden olduğunu beyan buyurmuştur. Dalalet ise sapıtmak yolunu kaybetmek, yoldan çıkmak demektir. Peygamberimiz (s.a.v) dalalete düşenlerin de Hristiyanlar olduğunu beyan etmiştir.
Yahudiler çok zaman önce dünya sevgisi ve bencillik ile Tevrat’ın hükümlerini ihmal ederek ve bozarak Hak yolundan bile bile ayrılmış olan bir topluluktur.. Bunun sonucunda da nice yüce peygamberlere ve özellikle Zekeriyya, Yahya ve İsa peygamberlere olan haksızlıklarıyla hem Allah’ın gazabını kendilerine çekmişler, hem de halkın nefretini kazanmışlardı. Bu öfkenin-gazabın neticesinde siyasi hürriyetlerini çok kaybetmişler ve darmadağınık olmuşlardı. Yahudiler gazaba uğradıklarını anlamayacak kadar gaflet içerisinde olmaya devam etmişler, Hz Süleyman zamanından beri gizli cemiyetler kurmuşlar, içinde yaşadıkları toplumları hep kuşkulandırmışlardır. Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde gazaba uğrayanların Yahudiler olduğunu bildirmektedir.
Dalalete düşenler kimlerdir?
Hristiyanlara gelince, o zamanlar bunlar Roma’nın mirasçısı, İstanbul’un sahibi olarak yeryüzündeki iki büyük devletin biri ve hatta birincisi sayılıyorlardı. Karşılarında bir tek iran devleti vardı. Yani o günkü Hristiyanlığın dünyadaki yeri çok yüksekti. Dış görünüşlerine bakıldığı zaman bunlar kendilerine nimet verilenlerden sanılırdı. Halbuki gerçekte, bunlar kendilerine verilen nimetlere karşı nankörlük ediyorlardı. Kötü bir sona doğru gidiyorlardı. Bunlar gerçi yahudiler gibi ırkçılık çemberine sıkışmış değillerdi. Fakat hak ölçüsünü kaybetmişlerdi. İşin başlangıcında Allah’ın birliği yerine üçlü ilah inancına saplanmışlardı. Bu dalalet onların hukuk ve ahlakta da kendilerine göre hükümler uydurmalarına sebep olmuştu. Bu anlayış Kur’an tarafından reddediliyor, bu inanca sahip olanlar dalalete düşmüş yani yollarını şaşırmış, sapıtmış kimseler olarak bildiriliyor. Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde dalalete düşenlerin Hristiyanlar olduğuna işaret etmektedir.
Bu yüzden “gayri’l-mağdubi aleyhim veladdâllîn” derken, hem yahudiler ve Allah’a şirk koşan ya da koşmayan kafirler gibi gazaba uğrayanların, hem de Hristiyanlar gibi dalalete düşenlerin yoluna bizi iletmemesini Allah’tan istiyoruz. Çünkü bütün elemler dalalette, bütün lezzetler de imandadır.
Dua
Allahım! Sen bizlere ve bütün insanları dalaletin/her türlü sapıklığın ve yoldan çıkmanın acı veren eleminden uzak durmayı, imanın lezzetini almayı nasip et. Bizi dünya ve ahirette maddî ve manevî nimetleri ihsan ettiğin kullarının yoluna ilet. Amin.