ٱلْحَمْدُ للَّهِ رَبِّ ٱلْعَالَمِينَ
Hamd yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (Fatiha,1/1)
Hamdin övgü anlamı
Hamd hem övgü, medih, hem de şükür anlamına gelir. Baharda açmış bir gül, ve gülün dalına konmuş şakıyan bir bir bülbül görsek ne düşünürüz? Bülbül güle aşkını ilan ediyor ve onu en güzel nağmelerle övüyor deriz. Çünkü gül, aşık olunacak kadar, övülecek kadar güzeldir. Mavi, yeşil gözlü,sarı saçlı sevimli çocukları gördüğümüzde hemen onları methederiz hatta “maşaallah, Allah nazardan saklasın” deriz. Yaz mevsiminde yeşilin bütün tonlarını barındıran bir ormanı yüksek bir yerden seyrederken güzelliği karşısında mest olur, ne kadar güzel bir orman olduğunu söyleriz. Karlı dağlardan kıvrıla kıvrıla akıp gelen bir dere, bir ırmak, bir nehir her zaman bizi aşık eder. Suyun yeşille buluştuğu manzaraların yanından ise hiç ayrılmak istemeyiz. Çünkü o intizamlı ahenkte bizde hayranlık uyandıran bir şeyler hissederiz. Bize ışık ve ısı saçan güneş, gece lambamız ay, göz kırpan yıldızlar hangimizi büyülemez? Denizlerin güneş batımında oluşturduğu manzara, dağların ufukla birleştiği çizgi, hangimizi etkilemez?
Rengarenk kelebeklerin aheste aheste dönüşü, cıvıl cıvıl kuşların süzüle süzüle uçuşu, zürafaların alımlı alımlı yürüyüşü, güzel gözlü ceylanların manalı fakat ürkek bakışları hangimizi büyülemez? Kainatta her şey en güzel. Dağ güzel, ova güzel, bağ güzel. Bahar ve yaz kadar, sonbahar ve kış da güzel. Ağaç güzel, yaprak güzel, çiçek güzel. Sinek güzel, böcek güzel, inek güzel. İnsan ise bütün güzellerden daha güzel. Estetik zevki bulunan bir insanın bu güzellikler karşısında suskun kalması, onun yaratılışına aykırıdır. Çünkü insan güzelliğe meftun, aşık olarak yaratılmıştır. İnsan güzelliği olan her şeyi, güzel olarak gördüğü, telakki ettiği her şeyi sevmek ve övmek için var edilmiştir. Bu anlamda insan, “ben güzele güzel demem, güzel benim olmayınca” diyerek bencilce ve fıtratına zıt bir tutum içerisine giremez.. Çünkü güzeller ve güzellikler asla insana has değil, insanın olamaz. İnsan da diğer güzelliğine vurulduğumuz canlı cansız varlıklar da bir başka Güzelin habercisi, bir başka Güzelin aynası, bir başka Güzelin methiyesi. Çünkü fani dünyada aşık olduğumuz güzellikler de fani. Sevdiğimiz, ebedi olarak beraber olmak istediğimiz, yanımızdan ayrılmasını istemediğimiz cezbedici güzelliklere sahip varlıklar bir bir bizden ayrılıyor. Onlar bizden ayrılmasa da biz onlardan ayrılıyoruz. Ayrılmak zorunda kalıyoruz. Neden? Güzelliğe meftun olarak yaratılan insan, neden sevdiği güzellerle ayrılık acısını tatmadan birlikte olamıyor?
Sanki bütün güzeller, kendilerinin bu kadar övgüye layık olmadıklarını haykırırcasına buradan ayrılıyorlar. Gafletli, perdeli nazarlarımızı, gözümüze inmiş aklımızı kendi aynalarında yansıyan Güzeller Güzeline çevirtmek istiyorlar gibi bir halleri var. Bir güzel varlık, bir insan, bir çiçek, bir kuş kaybolup gidiyor. Ama yerine bir başka güzel geliyor. Giden de güzel, gelen de güzel. Bu güzelleri güzel yapan Güzeller Güzeli bir zat var ki, dünyaya gönderdiği güzellerin aynasında kendisini göstermek istiyor. Giden güzeller, kalan fani insanlara ve cinlere şu mesajı veriyor: “Bizim göz alıcı güzelliklerimiz bizim kendimizden değil. Biz neciyiz ki kendi kendimizi böyle parlak güzelliklerle süsleyelim? Biz sadece bizde kendi güzelliklerini, kendi güzel isim ve sıfatlarını yansıtmak isteyen, kendisi de sonsuz bir güzelliğe, noksansız bir güzelliğe ve mükemmelliğe sahip olan Zat’ın aynalarıyız. Güneşin aynadaki yansımasına, bir güzelin aynadaki aksine methiyeler düzen, ama gerçek Güneşi unutan, yanı başında bulunan insanı görmeyen kişi nasıl insan olabilir? Bizim gibi fani varlıkların güzelliklerine aşık olup bize bu güzelliği vereni düşünmemek, O’nu övmemek, O’na hamd etmemek akıllı bir insanın işi değil. Bize fani bir güzel kadar değer verin, bize kalbinizi bağlamayın. Bağlarsanız bizim ayrılık ateşimiz sizi kül eder. Kalbinizi bize bu güzellikleri veren Cemil olan, yani sonsuz güzelliğe sahip olan Allah’a bağlayın, onu övün, ona methiyeler düzün. Çünkü bütün övgülere, medihlere layık olan O’dur. Aslında bizler de bir bakıma O’nu öven, metheden kasideleriz. Bizi okuyabilen insanlar, O’nu nasıl methettiğimizi de anlamış olurlar.”
Hamdin şükür anlamı
Hamdin bir anlamı da şükürdür. Bu yüzden bütün övgüler, methiyeler Allah’a mahsus olduğu gibi, bütün şükürler de O’a aittir. Neden O’na aittir? İnsan bunu yapabilir mi? Evet insan bunu yapabilecek kabiliyette yaratılmıştır. Bize bir çay, kahve, yemek ısmarlayana, bize basit bir iyilik yapana hemen teşekkür ederiz. Peygamberimizin s.a.v. bir hadis-i şerifinde buyurduğu gibi insanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da teşekkür etmez. Madem ki insan basit bir iyiliğe karşı teşekkür ediyor, o halde insana en büyük iyilik de bulunan Zat’a karşı da teşekkür etme ihtiyacını duyar, duymalıdır. O da Allah’tır. Çünkü Allah’ın bizi yoktan var etmesi, insan olarak yaratması, sonu gelmez arzu ve isteklerimizi, ihtiyaçlarımızı giderecek nimetleri ihsan etmesi hep ona şükretmeyi gerektiren hususlardır.
Ama şu da var ki insan “kefûr”dur.. Yani Rabbinin nimetlerine karşı nankördür. Kur’anda, Cenab-ı Hak, “İnsanlardan çok azı şükreder” buyuruyor. İnsanı gaflete düşüren şey, nimetlere kendi gücüyle sahip olduğunu vehmetmesidir, zannetmesidir. Vücudun kendisine ait olduğunu iddia eden kişi, bu büyük nimetin Allah’tan geldiğini yalanlıyor demektir. Ama vücudun insanın kendisine ait bir varlık olmayıp emanet olduğu bir realitedir. Çünkü insan kendi isteğiyle bu vücuda sahip olmadığı gibi, kendi isteği ile de bunu kaybetmeyecektir. Emaneti bize veren Zat, bir gün emanetini teslim alacaktır. Bu yüzden aklı başında olan bir insan Rabbimizin hiçbir nimetini yalanmaya teşebbüs etmez. Eğer yalanlasa bütün nimetler onu yalancı çıkarır, yalancı ilan eder. Elmayı, kazandığı parayla aldığı için “kendisinin hakkı olduğunu” zanneden bir insan, “Güneşi doğdurup, mevsimleri değiştirerek, yağmuru yağdırarak elmayı elma yapma gücüne sahip miyim?” diye sormalıdır. Bu güç kime ait ise, elma da, insan da O’na aittir, şükür de O’na mahsustur. Bir elmayı yiyen ve elhamdülillah diyen bir kimse, O elmanın sahibini düşünmüş, ona şükretmiş olur. Şükür de, “ Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” ayetinin gereğince, ancak Allah’a kulluk yapmakla mümkündür. Fatihanın namaz içinde okunmasının farz/vacip olması ve fatihanın Allah’a hamd ile, yani ona şükür ve övgü ile başlaması, Allah’a yapılacak şükrün de namaz gibi ibadetlerle gerçek şükür olacağını gösteriyor.
Hamd’in Allah’ı övmek, O’na şükretmek anlamları olduğu gibi, Allah’ın kemal sıfatlarını izhar etmek manası da vardır. Çoğu zaman bu anlam gözden kaçmaktadır. Bunu da şu şekilde anlamamız mümkündür: Cenab-ı Hak insanı, evreni kapsayan bir nüsha, binlerce alemleri içine alan şu kainat kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Allah’ın en güzel isimlerinden her birisinin tecelli yeri olan her bir alemden bir örnek, insanda emanet olarak bırakmıştır. Eğer insan maddi ve manevi uzuvlarını, Allah’ın emrettiği yerlere sarfederse, Allah’a azalarıyla şükretmiş olur. Bu Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak demektir. Örneğin eliyle ve diliyle insanlara iyilik yapan bir insan; Allah’ın, “Muhsin” isminin tecellisine mazhar olmuş demektir. İnsanları affeden bir kişi, onun “Avuf” ismine ayinedarlık yapmış olur. O halde hamd, Allah’ın gizli birer hazinesi olan kemal sıfatlarına iman ve amelle ayine olmak demektir.
Alemlerin Rabbi ne demektir?
Rabbilalemin. Alemlerin Rabbi demektir. O halde bütün övgüler, şükürler ve hamdler alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Rab terbiye edici demektir. Ancak Rabbin anlamını bu kısacık cümle kesinlikle anlatamaz. Rab üstün gelme, ihsan, idaresi altına alma, tasarruf etme, öğretme, yol gösterme, teklif, emir, yasak, teşvik, korkutma, gönlünü alma, azarlama gibi terbiye için gerekli bütün şeylere sahib, kuvvetli, mükemmel ve kusursuz olan bir terbiye edici demektir. Bundan dolayı sahib ve malik anlamlarına da gelir. Örneğin, Sahibuddar” ev sahibi demektir.
Terbiye, bir şeyi yavaş yavaş kemaline eriştirmektir. Her bir varlık kendi özelliklerine göre bir alemdir. Alemlerin her kısmında terbiye ve olgunlaşma kanunlarının hareketi her an görülür. Kainattaki bütün varlıkları hikmetli kanunları gereği yavaş yavaş kemale erdiren Rab’dır, Allah’tır. İnsanı basit bir sudan, mükemmel bir insan haline getiren, Rabbimiz Allah'tır. Çekirdeği filiz, filizi ağaç, tohumu güzel kokulu ve güzel renkli cazib bir hale getiren Rabbimiz Allah'tır. Kainat görünüşte bir tane olmasına rağmen iç içe girmiş sayılamayacak kadar çok alemler vardır. Her bir insan, her bir hayvan, her bir mikrop, her bir hücre, her bir bitki, her bir çiçek, kısaca her bir varlık bir alemdir. Her bir alem de, Rabbe bir alemdir. Her bir varlık dikkatli gözlere, basiretli akıllara kendisini terbiye eden Allah’ı gösteriyor.
Hamd o kadar önemlidir ki, cennet ehlinin yapacakları duanın sonuncusunu teşkil eder: “Ve ahire da’vahüm, enilhamdülillahi Rabbilalemin”, yani, “dualarının sonuncusu da, alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.”(Yunus,10/10). Allah hamd edenleri, kimlerin “hammâdûn”, yani çok hamdeden olduğunu duyuyor ve biliyor. Şunu unutmayalım ki, hamd şükrün başıdır. Allah’a hamd etmeyen O’na şükretmemiş olur Peygamberimiz s.a.v. "Meşru işlere Allah'a hamd ile başlanmazsa hayır ve bereketi kesilir" buyurmuşlardır. (İbn-i Mace,Nikah,19;Ebu Davud,Edeb,18.)
Ey Alemlerin Rabbi olan Allah’ım! Bizi insanlara teşekkür ve sana şükretmesini bilen insanlardan eyle. Bizi sonsuz nimetlerine karşı nankörlük içerisinde bocalayan insanlardan eyleme. Amin.