Abdullah Hakimoğlu - Muhabbet Medya
“Eğer siz iman eder ve şükrederseniz Allah size neden azap etsin. Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.”
Nisa, 4/147.
Bu ayet iman ile şükrü birlikte zikrediyor ve hem iman edip hem de şükredenlere Allah’ın azap etmeyeceğini beyan ediyor.
Allah’ın azabından kurtulmak için önce iman sonra da şükür gerekir. O halde şükürsüz iman ve imansız şükür azaptan kurtulmaya sebep değildir. Kimileri Allah’a iman ettiğini söyler ve kalbiyle tasdik eder. Ama bu iman tahkiki değilse, kuvvetli değilse Allah'tan başkasına şükredebilir. Ya da Allah’a şükretmez. Şükrün ne olduğunun farkına varmaz.
Örneğin bir narı, bir portakalı, bir domatesi eline alan bir kimse onlardaki nakışları, güzellikleri, özellikleri, vitaminleri, tatları gözsüz, şuursuz, akılsız toprağa, ya da suya verirse bu insan zaten Allah’a gizli şirk koşuyor demektir. Böyle bir insanın imanı tehlikededir.
Ama narı bu kadar ölçülü ve güzel bir şekilde istif eden, mükemmel tat veren, şekil veren Zatın Allah olduğunu bilen bir kimse onu kendisine ikram edene şükretmek ister. Nar bir örnektir. Elma, portakal, ekmek, biber gibi sayısız nimetlerin hepsini bize O veriyor. Sebepleri kudret ve izzetine birer perde yapmış. Tefekkürle perdeyi kaldırıp Allah’ın rahmetini, kudretini, ikramını görmeliyiz. İşte o zaman Allah’a şükrederiz.
Ya da şu vücudumuza dikkatle baktığımızda ve düşündüğümüzde bizdeki gözün, kulağın, beynin, hafızanın, sevginin, şefkatin, korkunun, yediğimiz yiyeceklerde bulunmadığını görürüz. Aynı şeyleri yediğimiz halde bunlardan vücudumuzun mucize organları ve duyguları nasıl oluşuyor?
Elbette bunları sonsuz rahmet, şefkat, sevgi, kudret sahibi olan Allah bizlere ihsan ve ikram ediyor. Buna inanmak ve bilmek, bizde bize bu ikram ve ihsanlarda bulunan O Zat’a karşı sonsuz teşekkür etme, şükretme ihtiyacı hissederiz. İşte dilimizle bize verilen nimetler için “elhamdulillah” demek bir şükür ifadesi olduğu gibi, şükrün aslı Allah’a hakkıyla kulluk yapmaktadır. Allah’a hakkıyla kul olan kimse O’na hakkıyla şükretmiş olur.
Bir insan bütün varlıkları yoktan var edenin Allah olduğuna inanmazsa, yaptığı şükürler, dualar, ibadetler eğer yapıyorsa boşa gider. Bu şuna benzer: Size birisi yemek ısmarlıyor. Siz yemek ısmarlayana teşekkür etmiyorsunuz de sadece aşçıya, lokantacıya ya da sokakta rastgele bulduğunuz birisine teşekkür ediyorsunuz. Bu ne kadar saçma bir teşekkürdür. Teşekkürü hak ettiği halde teşekkür edilmeyen kişinin sizin hakkınızda düşüncesi, “nankör bir kişi” tarzında olacaktır.
Yani ikram ve ihsanın kıymetini bilmeyen bir kimse… Çünkü siz daha ikram edilen bir çayın, ya da yemeğin sahibine bile teşekkür etmiyorsunuz. İşte bir insan da nimetleri Allah verdiği halde, Allah’a değil sebeplere teşekkür ederse, esas nimet vereni unutursa, bu da büyük bir nankörlüktür. Allah bu şekilde nankörlük yapanlara azabını tattıracaktır.
Diğer taraftan yemek ısmarlayana teşekkür edip de, yemeğin içindeki sebzeleri, suyu, biberi, patlıcanı, eti, tuzu, yaratan, onu bize yoktan İkram ve ihsan eden Allah’ı unutursak, elbette bunun bir hesabı olacaktır. Hayat şükürsüz, nankörlükle geçmişse ahirette Allah’ın azabından kurtuluşun olamayacağını bu ayet bize gösteriyor. Kur’an insanların şükredenlerin az olduğundan bahsediyor. İnsanın en mühim özelliklerinden birisi de “kefur” olmasıdır. Yani çok nankör olmasıdır. Bizim Türkçemizde “insanoğlu çiğ süt emmiştir” denir. Evet insanın çiğ süt emdiğini sadece insanlara nankörlük yapmakla göstermez, bunun en büyüğünü de Allah’a karşı nankörlük yaparak gösterir.
Cenab-ı Hak bizlere çenemizi kapayıncaya kadar sağlam, kuvvetli iman ve kulluk yaparak şükretmeyi nasip etsin. Hayatının nankörlük içinde geçiren bahtsız kullarından eylemesin. Amin.
www.muhabbetmedya.com